29.3.09

Ankara'da bir Pazar günü

Ankara'da bir Pazar günü için alışılmadık denli kalabalıktı sokaklar; doğanın saatine göre yedibuçukta okullara çıkan bütün yollarda birileri vardı. Soğuktu hava, güzeldi yürümek, tırnaklarımızın dibinden günlerce çıkmayan kahverengimsi patlıcan moru leke de olmadan evlerimize döndük kimileri daha uyurken. Ben İzmir gevreğine benzer, bol susamlı simit ve gazete de aldım dönüş yolunda; daha önce hiç girmediğim sokaklardan geçerek / pencerelerdeki -kiralık- ilanlarına bakarak, başka odalarda / pencere önlerinde geçecek sonraki baharların, yazların ve kışların şimdikilerden bir farkı olmayacağını düşünerek, geze dolaşa kapımın önünde buldum kendimi. Yaz saati kandırmacasının beni mutlu eden yegâne tarafı öğleden sonra -yaşam odama- dolan güneşin daha geç gidecek olması.


Dün bahçıvanlık günümdü, begonyalar saksılandı, köklere dar gelen ev bitkilerinin saksıları büyütüldü, toprak eklendi kimilerine, sulandılar, pencere önüne dizildiler. Bu işlerin hepsini -yaşam odamın- tam orta yerinde yaptım, Akide önce seyretti, sonra dayanamayıp toprakların / yaprakların / saksıların arasına daldı.

Bitkilerle uğraşınca aklıma anneciğim geldi yine. O çiçeklerine dalınca herşeyi, herkesi unutur; dünyanın en mutlu ve huzurlu insanı olurdu. Aramızda hep bir çocukluk anısı konuşulurdu onun bahçıvanlık günlerinde: Ben ilkokula gidiyor olmalıyım, yaz günü, annem atmış kendini balkona, balkondaki çiçekliğin raflarında ne varsa indirmiş aşağı, kestane toprağı / saksılar ( o zaman şimdiki plastikler yerine Menemen yolundaki çömlekçilerden alınan toprak saksılar kullanılırdı), hatta transistörlü radyosu da balkon kapısının eşiğinde, gel keyfim gel. Saat öğleden sonra ikiyi geçmiş, öğle yemeği filan yenmemiş. Ben gitmişim balkonun kapısına, öyle seyretmişim uzun uzun, sonra da usulca "Annecim, biz daha yemek yemeyecek miyiz?" demişim. Kadıncağız saatine bakıp da, nasıl içeriye uçtuğunu bilememişti, " Ah çocuğummmmm, neden daha önce söylemedin" diye söylenerek...

Bir de İzmir - Kemeraltı'ndaki Hisar Camii'nin önünde yıllardır kurulan Hisarönü çiçekçilerine giderdik birlikte, o zaman da çocuktum, annemin elini hiç bırakmazdım, onun elini tutarken kolum yukarı doğru çekilir, elim avucunun içinde kaybolurdu. Her gidişimizde -gelinlikçilerin- orada yolumuzu kaybeder, daracık sokaklar ve birbirinin eşi çeyiz ve kumaş dükkanları ile çevrili labirentte bir kaç tur attıktan sonra, kendimizi Hisarönü'nde bulurduk. Baharda ve daha çok yaz aylarında yapılan bu gezi, Kemeraltı'nın cehennemî sıcağından sonra ikimize de çok iyi gelir, asmalı saçaklar ve büyük çınar ağaçlarının gölgesinde, basamak basamak sergilere yerleştirilmiş fidanları, saksıları, fideleri tek tek incelerdik.



Küstüm çiçeği ( Mimosa Pudica)


Benim -küsme huyum- vardı çocukken. Hisarönü'ne bir gidişimizde anneciğim eğrelti otuna benzer bir bitkiyi gösterip, yapraklarına dokunmamı istemişti benden. Dokunur dokunmaz ince bir sapın iki yanına sıralanmış bir örnek küçük yapraklar kapanıvermişti. Sergi sahibi yanımıza yaklaşıp, "bunun adı -küstüm çiçeğidir-" demişti o zaman. Annem de " biliyorum, biz de ondan almaya geldik zaten, bu küçük hanım da benim küstüm çiçeğim", deyip beni işaret etmişti çiçekçiye. O günden sonra annem tatarfından bana takılan onlarca güzel ve komik isimden biri de "küstüm çiçeği" olarak kaldı.




Öğle sıcağında Kemeraltı, Asuman


Kemeraltı'na alışverişe gitmenin bir de özel adı vardı bizim anne-kız lûgatimizde: "Büyük Fetih".

Büyük Fetih tamamlanıp da eve dönülürken, Konak İskelesi'nden vapura binilir, orta kat salonunun burun tarafındaki ilk koltuklara oturulur, pencere kenarı -küstüm çiçeği-ne ikram edilirdi. Yürüyerek ve ayakta durarak geçirilen 3-4 saatin yorgunluğu bu vapur yolculuğu ile dinlendirilir, mutlu-mesut eve dönülürdü.


Bir Pazar günü daha, böyle çiçekler böcekler, anneli hatıralar, bilmem kaçıncı defa ileri alınmış saatler ve hasretini çektiğim kentin düşleri ile geçip gidiverdi işte.

Şimdi Kemeraltı'ndan alınmış sakızlı Türk kahvesi içeceğim...

hk, 29.3.2009

2 yorum:

küstüm çiçeği dedi ki...

Anılarımızdan en kıymetli olanları, çocukluğumuzdan hatırlananlardır illa ki...
Neşeli ve güzel, o çok özel anılarınız, içten ve zarif cümlelerinizden okunduğunda bugününüzü/bugünümüzü, yaz saatine/gün ışığına gerek kalmadan ışıkla doldurmaya yetiyor da artıyor yine...
Bir sualim olacak yalnız;
"Benim (-de!-) -küsme huyum- vardı çocukken."; ve benim biyolojik yaşım çocukluğu çoktan gerilerde bırakmış olmasına rağmen, halen var ise bu huyum; "Erişkin küstüm çiçeği" mi oluyorum ben??? :)))

hk dedi ki...

Küstüm çiçeği oldu mu insan bir kere, çocukluğundan gençliğine, erişkinlikten yaşlılığına kadar hep aynı -küstüm çiçeği-dir zaten. Olsa olsa küstüğü insanlar, küsmesine yol açan etkenler değişir.. Önemli olan onun bir "küstüm çiçeği" olduğunu bilen, ve -küstüm çiçekliği hali-nden hoşnut yaşayanlarla birlikteliğidir. Ve ben ömrüm boyunca, sadece anneciğimin küstüm çiçeği olarak kalacağımı biliyorum.

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü