29.8.08

devrik cümle





"cümlelerim yine devrik,
ama sizinle olup da cümlelerin devrilmesi bile hoş,
ben nasıl ayakta duruyorum onu bile bilemiyorum..."

bazen bir evin karşısında durmak ve onun içinde yaşamayı düşlemekten daha güzeli yoktur. yaşadığım şehirden uzaklaşınca oynamayı sevdiğim bir oyundur bu. ben sokaktan izlerim evi, pencerelerini, kapısını, boyalarını, çatısını, bahçesindeki bitkileri ve ağaçları. o evde yaşamanın, o eve bürünmenin ne'ye benzeyeceğini hayal ederim; hayal ettiğim kadar da olurum...


pek nadiren bu hayal oyununu insanlar için de kurguluyorum: düşündükçe şaşırıyorum, bazen "keşke" ile başlayan cümleler geliyor aklıma, o cümlelere takılıp kalmamak için başımı kaldırıp bulutlara bakıyorum, ya da erguvanların arasından ışıldayan denize, toprağa...

onları sevmişimdir hep, ustalık ister devrik cümleleri hatasız kurmak.

dün en sevdiğim şair sözcüklerinden bir iz bırakarak gidiverdi, bugün hiç tanımadığım ama uzun zamandır beklediğim bir dostun incelikli iltifatı gülümsetti beni, yarın ne olacak kimbilir...

dışarıda sayısız ev var hayal edilecek, bir o kadar da insan -ruhlarının içinden hayalet gibi süzüleceğim-.. oysa zaman yetmeyecek hepsine, bilmez miyim.


devrik zamanlar, devrik hayaller krallığında, devri çoktan kapanmış cümleler kuruyorum.
hk, 29.8.2008

Teşekkür ederim, İlhan Berk

Evet hep açık gidip gelen ağzın içindi;
Gökyüzünün o huysuz maviliği içindi;
Elma kokan bir Türkçeyle konuştuğun içindi;
Ölümün sefil, kötü belleği içindi;
Her gün Pazar kurulan o sokaklar içindi;
Saçında uykusu kaçmış çiçekler ıslattığın içindi;
Çocuklar okuldan dönüyormuş gibi sesin içindi;

İşte bütün ama bütün bunlar için sana teşekkür derim.


Güzel Irmak

Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum, İlhan Berk

Güneş cebimde bir bulut peydahladı. Taş, kördür diye yazdım. Ölüm, geleceksiz. Şeylerin yalnız adı var. Ve: 'Ad evdir.' (Kim söyledi bunu?) Dün dağlarda dolaştım, evde yoktum. Bir uçurum bize bakmıştı, uçurumun konuştuğu usumda. Buydu bizim kendine sonsuz olanı duyduğumuz. Nesneler ki zamanda vardır. Terziler çıracısı Hermüsül Heramise'nin pöstekisi her bahar ayaklanırdı. Yağmur yağmamazlık edemez. Taş, düşmemezlik.

Ne diyordum, dünyanın düşünceleri yoktur. Otların canı sıkılmaz. Kurşunkalem kendini ağaç sanır. Ufuk, hüthüt kuşu. Seni bilmem, bir söylene dönüşmek içindir dünya. Onun için başka bir son yok. Bir söylene dönüşmek, bir söylen olmak! Sonsuzluk dediğimiz budur.

Nerden başlasam yine oraya geliyorum. Ben gidiyorum. Ölüme, o büyük tümceye, çalışacağım.

Saint Antoine'nin Güvercinleri, İlhan Berk

I.Eleni'nin Elleri

Bir gün Eleni'nin elleri geliyor
Her şey değişiyor.
İlk İstanbul şiirden çıkıp yerini alıyor
Bir çocuk ilk gülüyor
Bir ağaç çiçek açıyor.

Eleni'den önce
Daha ben çocuktum daha tütüne daha kahveye alışmamıştım
Sabahları, akşamları bilmiyordum daha
Bir gün bakıyorum akşam ellerimde gözlerimde
Bir gün sabah her yanım.

Eleni geliyor
Dünyaya bakıyorum
Dünya sanıldığı kadar küçük değil o gün anlıyorum
Sanıldığı kadar üzgün değiliz dünyada
O gün bütün şiirleri yakmalı yeniden yazmalı diyorum
Brise Marine'i yeniden
Yeniden Annabel Lee'yi.
Eleni ile anlıyoruz
Bu gökyüzü niçin kalkıp gelmiş
Deniz niçin başını alıp gitmiş onunla anlıyoruz.

Bir gün Eleni'nin elleri geliyor
Bir sokaktan ilk defa deniz görünüyor.

II.Gençlik

Ruhum,
İlhan Berk köprüden geçiyor duyuyor musun?
Bir serçe yavaş yavaş uçuyor
Bir balık başını suyun yüzüne çıkarmış bakıyor
Düştü düşecek dalından bir yaprak.

Lambodis raftan bir şişe aldı açtı
Bir bulut durdu pencerede
Lambodis işine devam etti
Ellerini sildi, hıyar, domates doğradı
Sonra oturup gençliğini düşündü.

Bir evdeydi
Eleni on sekizinde, İlyadis yirmi üç
Eleni'nin şarkıları vardı
İnsan akıl erdiremezdi
İstanbul'un her tarafı kahve
Kapalı kahve açık kahve
Şarkılar ne kadar güzel olursa olsun
Eleni'yi anlamazdı.

O günler Lambodis'in ağzında bir cigara bir aşağı bir yukarı İstanbul'da
Eleni'nin en güzel yerleri elleri sarımsak kokan ağzı
Daha Lambodis meyhaneci değil
Daha Lambodis hiçbir şey değil
O günler her Pazar Saint-Antoine'a gidiyorlar
Eleni'nin göğsü soyulmuş badem
Güvercin gibi elleri
Daha o zamandan Lambodis'in düşmanı çok
Bütün İstanbul Eleni'nin arkasında.

Evet
Lambodis'in gençliği bir yaprak düştü düşecek
Pencereye oturmuş gelip geçenlere bakıyor
Sen de bak diyor bana
Bak insanlar geçiyor
Ben sıkıldım mı insanlara bakarım
Hiçbir şeyim kalmaz
Hiçbir şeyimiz kalmıyor.

Her iş bunun gibi ruhum
Bir kadın bir adam aynı şeyi yapıyor
Ben birazdan kalkıp Sirkeci'ye gideceğim
Sevgilim trene binip gidecek
Bir zaman hiç güneş doğmayacak sabah olmayacak, bir zaman
dünyada değilmişiz gibi korkacağız.

Bunlar hep olacak ruhum
Bir gün bakacağız İstanbul güzel
Ondan sonra her gün İstanbul güzel.
Eskiden çok eskiden bu dünya daha bir güzelmiş mesela
Bu bulutlar bu gökyüzü uzanınca dokunacağımız bir yerdeymiş
Şimdi şiirdeymiş bunlar
Her şey bu hesap ruhum.
Bu dünya güzel
Gülhane ağaçlık.


Galile Denizi

Üç kez seni seviyorum diye uyandım, İlhan Berk

Üç kez seni seviyorum diye uyandım
Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
Bir bulut başını almış gidiyordu görüyordum.

Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün.

Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
-Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum.

Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün.

Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum.

Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun.


Deniz Eskisi

Güzel Irmak, İlhan Berk

Güzel Irmak

Küçüğüm, bu senin sesin, güzel ırmak
Önce rüzgârın öptüğü, sonra benim öptüğüm
Bu bitmemiş şiirler senin ayakbileklerin
Soluğun, kokun, karnın, gölgeli gözlerin
Bu böyle çözülü göğsün, enine boyuna dudakların
Sabahlara kadar ki büyük gözlerin böyle
Bu dal gibiliğin, saçların, kırmızı ağzın
Bu üstünde onca seviştiğimiz yatak sonra
Sonra bu benim anı artığı eski yüzüm
Tüylerin, tay boynun, küçücük çocuk ellerin
Böyle yukarıdan aşağı gidiyorum seni
Karışıyor, korkunç, ellerimiz ayaklarımız.

İlhan Berk

İlhan Berk: En çok senin şiirlerini sevdim, en çok...


ÖLÜ BİR OZANIN SEVGİLİ KARISINI GÖRMEYE GİTMEK
'Kağıtlar, kitaplar, dedi, nereye elimi atsam.
Kiminde yarım kalmış, nasılsa bitmiş bir şiir
Kiminde. Hem her şey şiirlerde değil miydi?
Bir gök şiirde ağar, bir sokak şiirlerde
Gider gelirdi.
Böyle yaşayıp gidiyorduk.'
Sesi,
Sanki çok ötelerden gelirmiş gibi
Ezik, suskun odaları dolaştı durdu.
Masada açık duran bir kitabı gösterdi sonra
Ölünün, son kez elini sürdüğü ve kaldığı.
'Burada işte oturmuş şu kitabı okuyordu,
Elinden kitabın düştüğünü gördük sonra.
Hepsi bu.'
Böyle dedi, yüzüne kapayıp ellerini
Alınmış gibi bir bulutun yer değiştirmesinden.
İlhan Berk (Deniz Eskisi)

26.8.08

perdeli düşler

hk, Beypazarı 2008

Kendi çektiğim fotoğrafların cümlelerini kurmak, bir öyküyü kurgulamak gibi aslında. Fotoğraf makinesinin objektifi görüntüyü yakaladığında ilk cümle de yazılıveriyor. Yazmayı özleyince, başka başka yerlerde dolaşmak / yeni düşler düşlemek, aklımı başımdan göndermek, kendi kendime konuşup dinlemek, gitmek ve gelmek gerekiyor. Gerisi parmakların çalışkanlığına, rüzgarın dumanı savuruşuna, ışıktan ziyade müziğin baştan çıkarıcılığına kalmış.

Uzak yerlerin yaz pencerelerinde dolaştım durdum, kendi evimin perdeleri hep inikti bu yüzden. Perdelenmiş düşler gördüm, onları iyiye yormak için aklıma iyi şeyler getirdim, ama zaman zaman perdeler rüzgarla havalanınca -gerçeklerle - karşılaşıp kederlendim kaldığım yerden..

Yatağımı özledim, aile resimlerimizi, anneciğimin sesini, babamın becerikli ellerini, yolculuklardan dönünce "ben evime geldim, merak etmeyin sakın" demeyi...

Fotoğraflar yaşanılanların -di'li ve miş'li geçmişi.
Sanki daha az seviyorum onları, bana hep yitirdiklerimi anımsatıyorlar zira.

Perdeleri çektim, düşler dışarıda kaldı.

hk, 26.8.2008

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü