13.2.09

dünya döner tek bir yana / doğsun diye gün bir daha

Dün akşamdan beri döne döne dinlediğim, dinledikçe ağladığım şarkının sözleridir*:
Dünya döner bir gün daha
Yeryüzünde aşk durdukça
Gece erken inse bile korkma
O hep seninle kaldıkça
Biliyorsun gitmem gerek
Yollar bitmez düşünerek
İster sonuç de istersen sebep
Bu düğümü çözmem gerek

Belki sana yazarım
Uğradığım bir şehirden
Eski bir kart atarım
Mekke ya da Kudüs’ten
Sonra bir gün çıkarım
Sen artık dönmez derken
Bir şarkı fısıldarım
Kulağına gün batarken
dünya döner tek bir yana
doğsun diye gün bir daha
ben de döndüm tekrar sana
sönmek için yana yana

yüksek sadâkât, katil & maktül

Şubat'ın 14. gününü kutlama(ma) hazırlıkları içinde olanlara ithaf ediyorum bu şarkıyı...
* ağlamam bir sevgilinin yokluğundan değil,
anneciğimle aramızda gidip gelen ve içini likörlü çikolatalarla doldurduğumuz kalp şeklindeki iki kutuyu anımsadım, ikisi de bende şimdi,
O'nunla yaptığımız 14.Şubat kutlamalarını..
Anneciğim "biliyorsun gitmem gerek", diyor usulca,
"bir gün çıkarım, sen artık dönmez derken
bir şarkı fısıldarım kulağına gün batarken", diye de ekliyor sanki..
oysa ben -gece erken inse bile korkmuyorum-
O hep benimle kaldıkça...
hk, 14.2.2009

12.2.09

Cavit Bey'in Karısına Son Mektubu üzerine bir hayal öykü


Cavit Bey’in Karısına Son Mektubu*

Büyükada’yı düşünüyorum bozkırın ortasında
Hatırlıyor musun son verdigimiz ziyafeti?
Tamamlanmıştı Maliye kitabımın hani
Beşinci cildi onca emekten sonra
Böyle bir davet görülmemişti sanırım Ada’da.

(roni margulies)

I.
Kristal avizelerin temizliği saatler sürmüş; keten örtüler kolalanmış ve koltuk takımlarının üzerine içleri lavanta çiçekleri ile dolu kaneviçe yastıklar yerleştirilmişti. Paris’den gelen modellerden beğenip, diktirdiğim muare elbisemi giyiyordum, leylak rengi ve göğsümün çatalını örten o ince Fransız danteli ile, tam sevdiğiniz gibi. Ayaklarım yavaşça uyuşuyor, ben bacaklarım, yuvarlak diz kapaklarımdan yukarı doğru yükselen tatlı karıncalanmayı önleyemiyordum. Bôl kasesinin içinde nar kırmızısı bir kokteyl, tarifi İstanbul’da yaşayan bir beyaz Rus’dan alınmış; parmaklarımın arasında ince işlemeli gümüş ağızlık, saçlarımın kızıl kumral menevişlerini toplayan fildişi taraklar; boynumdaki iki sıra iri taneli inci kolye bana düğün gecemizden yadigâr.

Mektubunuzu aldım, yarın sabah beni bulduklarında çok güzel olmak istiyorum..

(hk)

Odamın her köşesinde sırmalı Paşalar,
Eski nazırlar, son sadrazam, devlet erkânı.
Evimize taşınmıştı sanki konsolosluklar.
Anadolu Kulübünden masa arkadaşları,
Cemiyet’ten tek tük sağ kalanlar.
(r.m)

II.Sırmaların parlatılabilir oldugunu sanıyordum ben, sanki yumuşak bir tülbentle ve ılık sabunlu suyla yıkasam,daha parlak, altunî ışıklar saçarak / Viyana kışlarında Noelağaçlarını süslediğimiz girlandlar gibi güzelleştirerek törenüniformalarını... O yaşlı başlı, sözleri sadece kendileri için manalı,gizli şifreler verir gibi konuşan; yüzleri sert / bakışlarıyalnızlıktan yorgun ve güzel adamların, sırmalarının parlaklığınaehemmiyet verdiklerini sanıyordum. Mektubunuzu aldım. Şakağından sızdıkça gögsünde büyük, kırmızısısiyahlaşmış bir madalyaya dönüşen şu ılık maiyi Paşa babamınsırmalarından çıkarmaya uğraşıyorum. (h.k)


Balkona çıkmıştım da bir ara ben,
Onca kalabalık ve eglence arasında,
Denize bakarken aklıma her nasılsa,
Şehzade Burhanettin Bey’le evliyken
Seni ilk kez görüşüm gelmişti bir baloda.
(r.m)

III.
Kalabalığın, onca kadının, genç, bakımlı ve aşikâr bir güzellikle oradan oraya gidip gelen, Strauss Efendi’nin “güzel mavi tuna valsi” ile eteklerini uzun uzadıya dalgalandıran onca kadının arasında ne kadar beyhûde hissediyordum kendimi. Burhananettin Bey’in kolunda nadide ve daima gonca veren bir nebat gibi, salonun bir ucundan bir ucuna; yeknesak bir tebessümle üstelik. Uzun ve ağdalı cümleler arasına gerilmiş, rahatsız ve pek yüksek bir hamak gibi salınmaktaydı düşüncelerim; elimdeki Çin ipeği yelpazenin tatlı esintisi ile dağıtmaya çalışıyordum kederimi.
Derken sizi gördüm. Gözlerinizin beni fasılasız takibeden cazibesine kapılacağımdan ne kadar da emindiniz. Ve bir de, artık sadece sizi seveceğimden.

Mektubunuzu aldım. İstedim ki o gecenin hatırası yelpazemi, daha az evvel yüzümü ferahlatıyormuşcasına açık, kucağımda bulsunlar. (hk)


Yalnız kaldığımızda sonra sabaha karşı
Anlatığımda sana düşüncelerimi,
Kalkıp o saatte hazırlattırıp arabayı,
Nasıl unuturum Ada turu yaptığımızı,
Balkonda başbaşa çay içtiğimizi?

Penceremden çorak bir alan görünüyor.
Çay içerken onu seyrediyorum şimdi.
Duvarın hemen dibine besbelli
Hapishanenin çöpleri dökülüyor,
Her sabah yaşlı bir adam gelip eşeleniyor.

Mahkeme bu sabah sonuçlandı.
İdamım yarın.


*Roni Margulies
(Magrur Olma Padişahım)
hk., 22.4.2003

11.2.09

iyi bu mesafe II.

" fark var
seninle iyi arasında büyük bir fark var
benimle senin aranda kocaman bir fark var
kötüyle benim aramda irice bir fark var
iyiyle kötü arasında duran ", Ceza


geçip giden günlerin içinden çıkmış, bir sel suyunun akışını izler gibi kıyıdayım şimdi. deli su önüne kattığı, içinde boğduğu herşeyle birlikte çağıldıyor.

pencerenin kenarına dayıyorum kollarımı günde iki kez, ellerim -dışarıyı merak eden, ama bir o kadar da korkan- bir yavru kediyi tutuyor sımsıkı. kalbi öyle hızlı çarpıyor ki -yavaşlatmak mümkün olsa ve ömrü benimki ile aynı hızla tükense- diye geçiyor aklımdan. o bilmiyor bütün bunları, keşke ben de bilmeseydim diyorum.

deli suyun kıyısında durmuş, yüzümü yavru kedinin tüylerine yaslıyorum: güneş / kar / yağmur / rüzgar bana mısın demiyor o an. öyle üşümüşüm ki, yüzümü o küçücük bedenin kısa ve simetrik çizgili tekir tüyleri arasına gömünce, kendi bedenimin aslında ne kadar soğuk olduğunu farkediyorum.

deli su içinde biriktirdiği ruhlar, yıpranmış eşyalar, yıkılmış evler, terkedilmiş sokaklar, kurumuş ağaçlar, unutulmuş sesler, sahipsiz fotoğraflar, kimsesiz anılar, adresini yitirmiş mektuplar, durmuş saatler, ıssız bahçeler, üzümsüz asmalar, batık gemiler, kuyruksuz uçurtmalar, susuz kuyular, renksiz boyalar, mürekkepsiz kalemlerle birlikte, ama onca yüke rağmen hiç yavaşlamadan çağlayarak akıyor.
"seninle iyi arasında büyük bir fark var", diye fısıldıyorum kendime,
sonra da "benimle senin aranda kocaman bir fark var", diyorum tüylerine yüzümü gömdüğüm kedime. başını kaldırıp bana bakıyor, "kötüyle benim aramda irice bir fark var", der gibi.
iyiyle kötü arasında duruyoruz kedim ve ben
deli suyun kıyısında.

hk, 11.2.2009

9.2.09

resimli ay muhtırası


Mektupları, resimleri, fotoğrafları, kitapları, albümleri, bohçaları, oyuncakları, hatıraları, defterleri, çerçeveleri, dosyaları, çekmeceleri parçalanıp yok edilerek yağmalanan aile evimizin başına gelenleri yazmıştım geçen sene.
Eylül'de o evin gençlik ve yaşlılık hallerini, ilk ve gerçek sahiplerini bilen babacığımı da kaybedince, beni bekleyen nice beklenmedik keşifle başbaşa kalıverdim.
Büyük karton kutulara yerleştirdiğim ve sınıflandırılmayı bekleyen sayfalar dolusu belgeyi elden geçirmeye korktuğumu itiraf etmeliyim. Zira ne ile karşılaşacağımı bilmem mümkün değil: Keşfettiklerimi paylaşacak, onların "aile için değerini" bilecek ve takdir edecek kimsem olmaksızın inceliyorum bana kalanları. Gözlerim fal taşı gibi açılarak, hıçkıra hıçkıra ağlayarak, göğüs boşluğumda çakıl taşları birbirine sürtünerek, belleğim çürümüş ahşap, toprak ve kömür kokusu ile tütsülenerek okuyorum her bir satırı.
İşte bu keşiflerden biriydi küçük, cildi hafif küflenmiş, ama sayfaları yepyeni "resimli ay muhtırası". Mutfağa inen merdivenlerin dibinde, yağmanın kalıntıları arasında, hani içini açıp da okumasam çöp torbasını boylayacak bir zavallılıkta...
Cebe sığacak büyüklükteki bu defterin 2. sayfasında "Kızıma yeni senede iyi, sevinçli günler temenni ederim. 1.1.1930, Rıfat", satırı okunuyordu, ki bu cümlenin hemen sol üst köşesinde de dedem Rıfat Bey'in bir gençlik fotoğrafı yer almaktaydı.
Başlıyorum "resimli ay muhtırası"nın tüm sayfalarını tek tek çevirmeye, bir cep ajandası bu küçük defter, ancak gelin görün ki hiç bir güne not düşülmemiş.
Sadece 111. sahifede "9.Şubat.1930, Pazar" gününe ayrılmış bölümde ve aynı güzel el yazısı ile
"On ikiye yirmi dakka kala", diye yazıyor.
Bu notu okuyunca yüreğim aklımdan gelen o keskin kederle cızırdamaya başlıyor hemen:
Zira 9.Şubat.1930 anneciğimin doğumgünü.
1930 - 2007
Rıfat Bey henüz baba olmamışken, ama bu yeni sıfata heyecanla hazırlanırken, çocuğunun dünyaya geleceği yılın resimli ay muhtırasını -senenin kendisi ve ailesi için en mühim hadisesini 78 yıl sonra torununa bildirmek üzere- edinmiş belli ki. Düşünüyorum, kaç evlât annesinin doğduğu saati dedesinin kaleminden ve üstelik "onlar" kanatlanıp gittikten sonra öğrenmiştir...
1930 yılının resimli ay muhtırası hakkında anlatacaklarım nice olsa da, en son 9.Şubat.2007'de kucaklayıp, kokusunu içime çektiğim anneciğime söyleyeceğim son sözümü:
" yedi dağ çiçeğim, bitmez ağaç yemişim
kalbimin çarpık ucu anneciğim
79 yaşına girdin bugün,
anneannem, dedem, Tuvan'cığın, Bedroş ile birlikte,
belki de benimleyken hasretini çektiğin sevgililerine kavuşman
şimdi sana en güzel hediye"
hk, 9.2.2009

iyi bu mesafe


fark var
seninle iyi arasında büyük bir fark var
benimle senin aranda kocaman bir fark var
kötüyle benim aramda irice bir fark var
iyiyle kötü arasında duran
maymunlar cehennemindeyim, hiç kimse duymamış,
sordum hiç kimse görmemiş ve hiç kimse konuşmamış,
korkular dolup taşınca komşular da kalmamış,
yalancı şahitler çoğalmış, ordular da saf almış,
sanki herkes zan altında, pozisyon sert penaltı,
yeraltından çıktım ben çoktan
fareydim çok yol aldım,
korktum bazen ben de
herkes gibi umudum kalmadı,
fakat sabrımsa aramızdaki en büyük farktır,
gönlüm kavga etmek istemez bıktım da zaten,
çelimsizlerle uğraşıp, şaşırmışa laf anlatmak,
beyinsizlerle sohbetler, gereksizlere öğütler,
bakışlardan bellidir kim ne ister,
niyetse nedir, orda kimse yok mu hadi biraz ses ver,
burada ben sıkıldım yaklaş bana el ver,
eninde sonunda görüşeceğiz elbet, şimdilik benden bu kadar
iyi bu mesafe.
...
Ceza, Fark Var
Cuma akşamı, kalabalık trafikte sıkı ve ani manevralarla ilerleyen taksinin arka koltuğunda otururken kulaklıklarımı takıp görüntülerin seslerinden arınıyorum. Araçlar ilerledikçe, solgun ve yorgun yüzler resmi geçidi de kalabalıklaşıyor. Yabancı evlerin insanları hepsi, bilmek istemediğim öyküleri var, bir daha karşılaşma / karşılaşsak da birbirimizi tanıma olasılığımız çok düşük. Kulaklığımdan içime dolan cümleleri seviyorum şimdi, bir başkasının sesiyle konuşuyor kızgınlığım:
fark var
seninle iyi arasında büyük bir fark var
benimle senin aranda kocaman bir fark var
kötüyle benim aramda irice bir fark var
iyiyle kötü arasında duran.
Cümlelerin öfkesi ile sarmaş dolaş düşüncelerim, kendimi uzaklaştırmak istediğim öyle çok hal var ki artık, yaşadığım şehir / çalıştığım yer / konuşmak zorunluluğuna dayanamadığım insanlardan bir taksinin sıkı ve ani manevraları ile uzaklaşır gibi kaçmak istiyorum.
gönlüm kavga etmek istemez bıktım da zaten,
çelimsizlerle uğraşıp, şaşırmışa laf anlatmak,
beyinsizlerle sohbetler, gereksizlere öğütler,
bakışlardan bellidir kim ne ister.

Taksi verdiğim adresi bulunca, sığınağıma giriyorum. Bitkiler, iki muhabbet kuşu ve bir kedi karşılıyor beni. Hepsi kendi dilinde konuşuyor, ama anlaşıyoruz. Diğerleri dışarıda kaldılar, onlarsız yaşamdan çok hoşnutum.

eninde sonunda görüşeceğiz elbet, şimdilik benden bu kadar
iyi bu mesafe.

hk, 9.2.2009


baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü