17.2.07

Kıbrıs mandalinaları...

Haftasonuna Cuma akşamından hazırlanmak ve iki gün boyunca evde yapacaklarımı düşünmek her zaman hoşuma gitmese de, bu defa beni hoş bir "mandalina" sürprizi cesaretlendirdi. Evimin yakınındaki süpermarkette şeffaf ambalajlarının içindeki mandalinalar, büyük turuncu harflerle "Kıbrıs Mandalina" yazılı etiketlerle işaretlenmişti. Hiç düşünmeden bir düzine aldım. Böylece ellerim bütün haftasonu mandalina kokacak ve ben de Girne'deki dostlarımın torba torba getirdikleri o lezzetli, incecik kabuklu, biraz ekşi mandalinalardan doya doya yiyebilecektim.
Tahminlerimde yanılmadım, üstelik de çok sevdiğim bir kek tarifini mandalinalarımın ekşisine güvenerek portakal yerine, mandalinalı yaptım.
Hani olur da, yarın akşam çayında denemek istersiniz diye reçetesini veriyorum:
Portakallı / Mandalinalı Kek
2 yumurta
3 çorba kaşığı yoğurt
125 gr. eritilmiş margarin
1 bardak toz şeker ( kekin çok tatlı değil, içine konulan narenciye püresinin ekşisinde olmasını isteyenler için bu ölçü ideal)
2 bardak un
1 paket kabartma tozu
1 portakal veya 2 mandalina ( parçalayıcıda püre haline getirilmiş, parçalayıcı yoksa bıçakla küçük doğranmış)
Portakal kabuğu rendesi (mandalina kullanıyorsanız limon kabuğu rendesi)
yumurta + yoğurt + margarin + şeker + un + kabartma tozu iyice karıştırıldıktan sonra, (kabukları beyazı ile birlikte bıçakla kesilerek soyulmuş) püre haline getirilmiş portakal veya mandalina ile portakal kabuğu rendesi bu karışıma eklenir, iyice hallolduktan sonra, yağlanmış kalıba dökülür ve yaklaşık 25-30 dakika boyunca pişirilir. ( 180 C veya 5 ayarında).
İçinde portakal ve limon kabuğu olan herşeyi çok sevdiğim için ( portakallı irmik helvası gibi) bu tarifi de şiddetle tavsiye ediyorum.
Bu günü ev hanımlığına ayırmıştım, yarın sabah uyandığımda akademisyenliğe döneceğim :o)
Olmak istediğim yerleri düşününce, haftasonlarında bu bozkır kentinden uzaklaşmam gerektiğini hissediyorum, ama henüz beceremiyorum. Bu yüzden gidemediğim yerler, yürüyemediğim yollar, tanışamadığım insanlar için üzülmek yerine, bana onları / oraları anımsatacak yazılar yazıp, kekler pişiriyorum...
Pazar da Cumartesi kadar huzurlu geçer umarım.
hk, 18.şubat.2007

16.2.07

olmak istediğim yerler II.

uçuşan bulutlar, serdar uçar

olmak istediğim yerler II.

Bu sabah Kadıköy'den vapura binip Eminönü'ne gitmek istiyorum; Mısır Çarşısı'nda avare dolaşmak; mahlep, safran ve lavanta çiçeği almak, vitrinlerdeki çeyizliklere bakmak, gümüş takı tezgahlarının önünde oyalanmak, Vefa Bozacısı'nda tarçını bol bir bardak boza içmek, sonra Mısır Çarşısı'nın yan tarafındaki çiçek pazarında gezinmek, açelya ve sıklamenleri seyretmek, Eminönü Camii'nin güvercinlerine yem atmak ve tazecik bir İstanbul simidininin tadını küçük lokmalarla çıkarmak istiyorum. Bu sabah burada değil, "orada" olmak istiyorum...

hk, 16.şubat.2007

15.2.07

olmak istediğim yerler I.

Hellbrunn Sarayı

Salzburg'da Hellbrunn Sarayı'nın bahçesinde yürümek istiyorum bu sabah! Yağmur yağsın usul usul, kadife pantalonum beni sıcacık tutsun, şapkam ve atkım bir örnek olsun, yüzlerce fotoğraf çekeyim, çürümüş yapraklardan yumuşak bir örtü ayaklarımın altında sessizce ezilsin, ötüşlerini bilmediğim kuşları dinleyeyim, heykellerin havuzların durgun yeşil sularına yansıyan yosunlu gölgelerini seyredeyim. Bu sabah burada değil, "orada" olmak istiyorum...
hk, 15.şubat.2007

14.2.07

"akıllı olmak" üzerine bir "sabaha karşı" yazısı...



... son günlerde televizyon haber bültenlerinde, hilkât garibesi magazin programlarında kadınlar erkeklere, erkekler kadınlara, erkekler erkeklere, kadınlar kadınlara "akıllı ol!" diye bağırıyorlar. bu bir göz dağı verme, "aklı başa devşirmeye davet", aba altından sopa gösterme ifadesi.
Eminim "akıllı fırın"larda pişen çörek böreklerle beslenerek büyüyen "akıllı kişiler" daha da büyük bir özgüven duygusu ile yapıyorlar bu uyarıyı; öyle ki kısacık bir an için bu ifadeyi kullananın aklı, söylediği kişinin aklından çok daha üstünmüş duygusuna kapılıyor insan ; bu uyarıyı işitmek zorunda kalan için de ister istemez bir yazıklanma duydusuyla dolup taşıyor.
işte böyle bir dönemde yün alışverişlerimi yaptığım mağazada bir de "akıllı yün"lerle karşılaşmayayım mı? renk renk, hepsi de örüldüğünde birbirinden farklı ve güzel desenler üreten yün yumakları. sizin sadece düz örgü ilmekleri atmanız yeterli, "iplik akıllı olduğu için" kendiliğinden açık koyu tonlarda bantlar, kırçıllı desenler veya benekler ortaya çıkıveriyor. ben de ister istemez "akıllı olmanın güncelliğinden etkilenerek" babacığıma ve "örgü asistanım Kentoş Bey"e "akıllı yün"den birer yelek örüverdim.
Hayatta birilerinin başına çorap örüp, "akıllı ol" diye gözdağı vermektense, "akıllı yün"den yelekler, kazaklar, atkılar örmek çok daha zevkli, eğlenceli, zararsız ve yararlı geliyor bana, ne yapayım...
İyi sabahlar efendim.
hk, 15.şubat.2007 (yaşasın 14.Şubat bitti gitti)

bugün kendiniz için...


... bir demet nergis, büyük bir fincan köpüklü cappucino, Ally McBeal albümlerinden herhangi biri (1. veya 2. albüm önerilir), Alain de Botton'un "Aşk Üzerine" adlı kitabı, bir paket çikolata, "iyi ki var" dediğiniz dostlarınız için özenle hazırlayacağınız bir "e-posta", uzun bir yürüyüş, aynadaki güzel yüzünüzü görünce gözlerinizin taa içine yerleşecek çapkın bir gülücük: Bugünü usulca, mutlu, hüzünsüz, huzurlu geçirebilmeniz için yeter de artar bile...

Hatta dondurmanın üstündeki kiraz şekerlemeyi kondurmak için bu kısacık nota tek satırlık bir yanıt :o)

"bir fincan yasemin çayı" sevgililer gününü kendinizle kutlamanın ve "beklentisiz" olmanın en güvenli, en tatlı, en gerilimsiz yol olduğunu anımsatır; "kırılmayan kalpler kulübüne" bir an önce katılmanızı diler.

sevgilerimle
hk, 14.Şubat.2007

13.2.07

uyuyan melek...



Uyuyan Eros, Gümüşsuyu’nda 1930’lardan kalma ve şimdi bir hayalet gibi duran apartmanın yanından aşağıya / yukarıya uzanan basamakların inerken sol / çıkarken sağ yanında kalan resimlerden sadece bir ayrıntı... Bu apartmanla ilgili annemden dinlediğim bir aile öyküsü olduğundan mıdır, yoksa terkedilmiş evler beni daima hüzünlendirdiğinden midir, o basamaklardan her geçişimde parmak uçlarımla duvarlarına dokunmak isteğine karşı koyamadım.. Sanki dokunurken, orada yaşamış nice ailenin bilinmedik öykülerinden, pencerelerinde yanan ışıkların içeride olup bitenleri inkâr eden aydınlığından, artık uçuşmayan perdelerden, gramofondan yükselen Hoffmann’ın Masalları’ndaki “Barcarolle”den, yeni doğmuş bebeklerin masalsı uykularından, yas kıyafetleri tütsü kokan kadınların gece yalnızlıklarından, yeni evlilerin sabah sevişmelerinden ve Saint Antoine kilisesindeki Paskalya ayininden dönen ailelerin neşeli öğle yemeklerinden silik birer iz parmak uçlarımdan belleğime, ruhuma işlesin; beni bu zamandan annemin çocukluk yıllarının zerafetine, sadeliğine, güzelliğine götürsün istedim...

Bu duvarın tam karşısında bir café var ve aslında eminim ki, yazın bu café’nin küçük bahçesinde oturup içkilerini, kahvelerini yudumlayanlar, eski / kederli / kirli bir duvarı izlemek zorunda kalmasınlar diye çağrılmış olmalı ressam. Hem duvarı güzelleştirmek hem de kendi hayal gücüne şarkılar söyletmek için kullanmış o da duvarı. Hani Gümüşsuyu’nda yaşıyor olsam, yaz akşamları evime giderken o café’de küçük bir kahve, ya da bir kadeh şarap molası verirdim haftada birkaç kez; masanın üstüne yanımda gezdirdiğim not defterimi ve kitabımı da koyardım . Kâh yazar, kâh okur, kâh duvardaki resimleri seyrederdim...

Geceyarısına sadece dokuz dakika kala ve gün yarına dönmeye hazırlanırken yazıyorum. Farinelli en sevdiğim / en dokunaklı aryasını söylüyor... Hayal ettiğim yerlerde dolaşıyorum, duvar resmindeki zenci uşağın duruşundaki teslimiyete benzer bir iç erinciyle , hani bıraksam gözlerim yaşlarla dolacak...


hk, 7.11.2004

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü