7.9.12

yolculuktan dönerken..





“...
hiçbir kent
vermez sevgisini
bir sevgiliyle dolaşmadan
içinde
öpüşmeden kuytularında

sen daha bekle.”

g.turan, görülen kentler (izmir)

Oradakine,  22.Şubat.2003

I.
Hep buraya dönüyorum:
Valizimin üzerindeki “varış yeri” etiketinde hep bu kentin adı var.
Kurşunîsi ıslanınca mora kesen kopya kalemiyle yazılmış bir şehir ismi, 
inatçı / ısrarlı, adreslerimden silinmiyor.

II.
Birkaç haftalığına gittiğim başka ülke kentlerindeki otel odalarını düşünüyorum.
Geçici adresler, benimsenen, ilk gün düzeninin korunamadığı, dışarıdan her gelişte küçük bir nesne ile kalabalıklaştırılan; konaklama süresi uzadıkça sahibinin kişiliğine bürünen, dağılan.
Odanın evcilleştirilmesi, sahibine ve onun ev hallerine alışması uzun sürmüyor. Ve odaya konuk olanın yaşamına da o “oda” konukluk ediyor...
Yerleşik düzenlerle karşılaştırıldığında minyatür bir ev-bark edinme hali “otel odası”nda yaşamak.
Kira evlerine alışkın kişiler için sürekli olan “sahiplenememe” duygusu, otel odalarında iyice yoğunlaşıyor; ama yine de yabancı bir ülkenin her şeyine yabancı olunan bir kentinde “oralı” imiş gibi görünebilmenin en kolay yolu küçük bir mahalleye benzeyen otelin hanelerinden birine ait anahtara cebimde dokunabilmekten geçiyor.

Anahtarı ev sahibine bıraktığımda valizimdeki etikette yine bu kentin ismini okuyorum.

III.
Alışmadan, onlarla ilgili alışkanlıklarımı çoğaltmadan geçmek, ayrılmak istiyorum gittiğim kentlerden. Alışkanlık özlem duygusuna hazırlık çünkü; zaman’la kızkardeş; sahiplenme ile sırdaş. Alıştıkça sahipleniyor, sahiplendikçe alışıyor, sahiplendiğin ile arana uzaklık ve zaman girdikçe özlüyor, özledikçe dönmek istiyorsun.
Oysa konuk olunan kentler devinmeyi, değişmeyi; başka hallere /  biçimlere / düzenlere dönüşmeyi sürdürüyorlar. Konuk olan, o kentin devinimi içinde sadece kısacık (göz kırpımı gibi) bir tanıklık / deneyim yüklenip, yoluna devam ediyor. Bu yüzden, özlediği de kendi biricik konaklamasının izlenimlerinden başka bir şey değil.
Dönmek, özlediklerinin (özleme neden olan anı ve alışkanlıkların) erozyonu ile yüzleşmektir; hayal kırıklığıdır, iç ezikliğidir.

IV.
“...
inkâr etse küçük limanların
bir fasikülden ince yolcu defterleri
yolumun yollarından geçtiğini
silsem bir bir tüm katlarını
inşa halindeki şiirlerimin,
ve elimde avucumda kalan bir tek çatı katı olsa
ele avuca sığmayan bir kasket gibi
...”

r.yunluel , karadeniz’de batan kum saati
(katedral’den düşen kuş)


hk, yirmiüçşubatikibinüç

"no mas tiempo"




Bak işte, gördün mü? On sene önce yazdıklarımı okuyoruz seninle,bu da demektir ki yazılanlar kimsesizdir / kimsenindir aslında: Şimdi -artık- bu cümlelerin her biri senin için. 

Benim belleğim çok zayıf, bunu seviyorum, hatta hayranım unutkanlığıma. İnsanın kendi yazdıklarını bir başkasının cümleleriymiş gibi okumasından, yıllar sonra kalbinin kendi sözcükleriyle  kamaşmasından daha müthiş ne olabilir.

Oku haydi, senin şimdi bütün bu yazılanlar. Oku ve benim yerime de sen hatırla: On sene sonra ne olacağı belli mi? Söyleyebilir misin hala burada, seninle, sensiz ya da yeni bir unutkanlığın eşiğinde olmayacağımı.

Oku hemen,"no mas tiempo"...

hk, yedieylülikibinoniki



Oradakine CDIX

“no mas tiempo”

1.
...sözcükler peşpeşe ve hiç durmaksızın, birer birer, ince uzun bir sütun halinde; telgraf şeritleri ya da hesap makinesi rulolarının birdenbire boşalıvermesi gibi. Sözcükler zamanın dakikalara bölünmüş adımlarını atıyor, harfler ki saniyeler... söyledikleri silinmiyor, konuştuklarımız imlere dönüşüyor çünkü. Yüzünü görmüyorum; parmaklarının hızı ile orantılı işte cümlelerini söyleyişi, bazen aceleci / bazen düşünerek / bazen düşerek / gözleri kamaşarak kimi... başını kaldırıyor ve tozlaşan ufuk çizgisini görüyor pencereden; ben,“burada yağmur sağanak”, diye yazıyorum. Benim olduğum yerde kırkikindiler’i andıran yağmurların yağdığını biliyor hemen... benim kentimin yağmuru onunkinin topraklarını serinletiyor.

2.
birbiri-mizden ülkelerle a y r ı l m ı ş ı z, sınırlar atlaslarda kırmızı ve kesik çizgilerle gösterilir ilkokuldan beri. Sınır kulübeleri o çizgilerin neresinde, dikenli teller, askerlerin bitip tükenmez nöbet sohbetleri, buradan oraya seslenişler, oradan buraya el sallayışlar...
uzak bir uzaktan yakın bir uzağa gelişine seviniyor annesi.

3.
sözcükleri saklayacağım / hem zaten sözcükleri görünür kılan siyah harflerin beyaz sayfaya işleyen belleği de onların saklanmak üzere yazıldıklarının farkında.
Saklayacağım ama söz, saklanmayacağım.

4.
...
“üç dakikam(ız) kaldı”

rengarenk bir papağan belirmiş kağıt bellediğimiz dikey ve ışıklı pencerenin pervazında, ben göremiyorum.
“no mas tiempo”: “fazla zaman kalmadı”, diyormuş.

kalmayan zamana gülümsüyoruz ikimiz de,
bir an evvel gitsin istiyoruz,
gideceğimizi bildiğimizden susuveriyoruz,
zaman ne kadar uzasa kalmayacak / yetmeyecek nasılsa,
bütün “hoşçakal”lar dilsiz değil mi ki zaten ?
söyleneceklerin söyleyeceklere /
söyleyeceklerin söyleneceklere doyamadığı o kısacık an,
ve söylenmeyen, söylenEmeyen herşey bir başına kalana geveze bir papağan...

5.
“ Lo conocí y aún no se me borra.*
( Onu tanıyordum ve o hala orada, içimde )
“ Y vuelvo a verlo, y cada día espero” *
( Onu görmek için geri gelir ve her gün beklerim.)

*Pablo Neruda’nın “El pueblo” şiirinden iki dize.



hk, onbe$mayısikibiniki

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü