9.10.06

9.Ekim, "Dünya Posta Günü" için...




“Sesinin sesini özlüyorum.
Gözümün önündeki yüz hiçbir şey demiyor bana." , İzumi Şikibu

I.
Yalnızlığın önüne geçilemez hallerinden biri olmalı, hep bir
yerlerden / birilerinden haber beklemek. Üstelik artık postacı yolu
gözlemek de yok, teknolojinin soğuk ve metalik nefesiyle geliyor
mektuplar, kartpostallar, fotoğraflar, karalamalar, birkaç cümlelik
notlar...
Oysa onun uğrayacağı günleri ve saati biliyorduk eskiden. Zamanı
geldiğinde umutlanıyorduk bir kez; sonra beklenti tedirginliğinden
kurtulup, rahatlıyorduk. Ara zamanlarda kendi yalnızlığına dönüyordu
her ruh.

Artık her an her şey değişebilir.
Günlük iletiler için belirlenmiş “teslimat saatleri” yok.
Ölüm haberi de, indirim ilanları da, terkeden sevgili mektubu da,
banka hesap bildirimleri de aynı anda gelebilir: Sabahın iki
buçuğunda (uykusuzluk da yalnız yaşamanın hallerinden biridir, bu
saatte uyanık olmaya şaşırmamalı), sırayla ve küçük bir “ok
işareti”nin çıkardığı o mekanik –tık- sesiyle...
Her an, her türlü acıya, kötümserliğe, hayal kırıklığına hazır olmak
gerek...

Hazırlıksız yakalanmak çağında yaşıyoruz.
Her an her şey değişebilir ve olanları bildirmek için birileri zaten
orada beklemektedir.

II.
Giderek daha da tenhalaşıyor yaşam.
Hem yalnızlığımızı gözetmeye, onu özgürlüğümüzün güvencesi olarak
korumaya çabalıyoruz, hem de bu çabayla çelişen birliktelik düşleri
kuruyoruz.
Yitirmeyi göze alamadığımız, korktuğumuz / nefret ettiğimiz ve
koruduğumuz bir hal yalnızlık.

Yanından ayırmadığın cep telefonunun ışıklı penceresinde, ya da
bilgisayar ekranının sağ alt köşesinde beliriveren o minicik zarf
işareti: İçeriğini öğreninceye dek (bazen öğrendikten sonra da)
sürecek bir sevinç. Hepsi o kadar işte.

Yalıtılmış ama iletkenliği sınırsız birer minyatür gezegen
yarattığımız.
Bencil iklimler biteviye.

III.
Bir sabah uyanmak,
ve o küçük zarfları gönderene dokunmak istemez miydin?


hk, 7.7.2003

8.10.06

Mozart ve annemin piyanosu

B.Krafft, 1819

Mozart'ın piyano, keman ve çello için bestelediği "piyano trioları": 1786-1788 yılları arasında yazdığı bu notaların "The Mozartean Players"ın yorumunu dinlerken, bugüne dek hep olduğu gibi dinginlik, hüzün ve yalnızlığın uykuya benzer boşluğunda salınır gibiyim... belki de, Mozart'ın kaleminden dökülen tüm piyano eserleri, özellikle de piyano sonatları beni çocukluğumun loş akşamlarına götürdüğü içindir, gözlerim dolu dolu, hiç kıpırdamadan dinliyorum. O'nun müziği sessiz kalınmak istenen, sözcüklerden iyice uzaklaşılan, aklın ve ruhun kendi kendini örtünmek istediği zamanlar için birebir...

1786'da üçüncü oğlu Johann Thomas Leopold bir aylıkken ölmüş; 1787'de baba Leopold hayatını kaybetmiş ve Prag'da Don Giovanni operasının büyük bir zafere dönüşen prömiyeri yapılmış; 1788'de ise aynı eser dokuz kez sahnelendikten sonra Viyana Operası programından başarısız bulunarak kaldırılmış. Aynı yılda Mozart Yaylı Çalgılar Dörtlüleri'nden K515 ve 516 ile 39., 40. ve 41. Senfonileri'ni yayınlatmakta güçlük çekiyormuş.

I. ... hangi tuşa, ne uzunluk ve şiddette, ne zaman basacağını bilen ellerdi onunkiler; gün boyunca yaptığı işlerin yorgunluğunu ve sıradanlığını inkâr ederdi piyano çalarken. Sümbül ve nergis kokan kış günleriydi. Ufacık bir kız çocuğuydum. Siyah ve vakur konsol piyanonun kapağı açılır, kapağın iç kısmındaki menteşeli küçük raf indirilir, bu incecik rafa nota kitabi yerleştirilirdi. Hafif ve daima İstanbul’u anımsatan kâfuru kokusu gelirdi içinden. Tuşların üzerini kaplayan yünlü, ince uzun bir örtü, kenarları siyah çizgili, kırçıllı.

Çocuk aklım derdi ki: “Tuşlar piyano çalınmadığı zaman üşümesin.”

II. Kimi tuşları kaplayan incecik fildişi rengi plakaların üstünde yalnızca benim sezebildiğim izler vardi: Hafif hareler, minyatür ırmaklar, rüzgara kapılıp giden bulut parçacıkları, dağ çiçeklerinin taç yaprakları, sanki. Notalar o izlere karşı gelir, ya da, benim tuşlar üzerinde sezebildiğim izler güzel sesler çıkarırdı.

III. Tuşlar piyanonun bana görünmeyen iç derinliğinde çapraz uzanan tellere dokunurdu. Birbiri ardına ve parmakların bilge telaşıyla inip kalkan onlarca ahşap çekiç... Uçlarına kuçuk keçe parçaları yapıştırılmış. Her çekiç darbesi bir heceydi; heceleyen, tuşa dokunan parmak; heceler birleşince duyulan sözcükleri aklımda tutmaya çalışırdım, sözcükler çoğalır, dinlediğim en güzel cümleleri kurardı. Başkalarının yazdığı kitapları okur gibiydi annem, yüksek sesle okur gibi, yazılanlar ne denli anlamlı / içli / neşeli / kederli / coşkulu olursa olsun, nasıl okunduğuydu can alıcı olan.

Annem okurken yazı olduğundan daha da güzelleşirdi.

IV. Nota kitabının yaslandığı piyanonun siyah mobilyasi, ince ve altın yaldızla işlenmiş girlandlarla bezeliydi. Artık olmayan şamdan kollarının zerafetini tamamlamak için belli ki... Hep o şamdanları, onlara konulacak mumların renklerini ( altın rengi, fildişi, tutun sarısı...); mum ışığının notaları aydınlatmaya yetip yetmeyeceğini; mum damlacıklarının şamdanın küçük kasesinden taşıp tuşlara akma ihtimalini düşünürdüm.

Bir de o mumların ışığında annemin yüzünün nasıl görüneceğini...

V. Anneme ait onlarca yüz ifadesi vardır çocukluğumdan anımsadığım, ama işte o’nun kendi kendisiyle / kendi öyküsel geçmişiyle / belleğindeki o en güzel anılarla buluşup, onlarla başbaşa kaldığı sayılı zamanların ifadesiydi benim belki de en sevdiğim: Piyano çalarkenki hali... Gozlerini iki mezur arasındaki anlık boşluklardan, hiç bitmeyecekmiş gibi uzanan nota satırlarından ayırmadan gülümseyen yüzü. Benim göremedigim yerleri / hiç bilmediğim bir yüzü seyrediyormuş gibi; hiç duyamayacağım sesleri dinliyormuş gibi hem de. Piyanonun yanındaki koltuğa kıvrılır, başımı yastığa dayar, gözlerimi ayırmadan onu izlerdim.

Ömrümün en huzurlu zamanları, ama kısacık...

VI. Piyanonun üstünde yerleri hiç değişmeyen fotoğraf çerçeveleri; küçük gümüş biblolar, melek kanatlari uçmaya hazir bir şamdan, anneannemin çok sevdigi ponpon tomurcuklu kuru çiçekler, siyah ahşap kutusunun içinde dilsiz bir metronom.

VIII. Piyano çalarken, sanki bütün bu ses dışı ayrıntılar, annemin bakmadığı, ancak o’nu izleyenin görebileceği nesneler; ışığın ıssızlaştırdığı gölgeler; mevsim çiçeklerinin rahiyasi; yastığın giderek ısınan pamuk yumuşaklığı; kıpırtısız gövdemin uğuşan dokuları... Hepsini, çocuk olmanın güçlendirdiği bilinç dışı sezgilerle birer birer kaydettim.

Diyeceğim, şimdi, annemin çocukluğuma piyano çaldığı o güzel yaş’a ulaşmışken, yazdığım ve söylediğim herşey bana o konsol piyanonun kıyısında öğretilmiştir.

IX. Ve belki de büyüdüğüm için, artık piyano çalmıyor annem.

hk, 3.4.2003

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü