30.11.06

pimpirik


"sakin bir şekilde oturup düşün, hayatını pim ve piriklerden ayıkla", dedi bir dostum. ben de kendi kendime "hadi bakalım şimdi ayıkla pirincin taşını", diye geçirdim aklımdan.

öyle ya, çocukluğum ve ilk gençliğim bir yana konulsa bile, 25 sene boyunca pimpiriklerim ile birlikte yaşamış, onları benimsemiş, çoğaltmış ve giderek gözlerimin rengi, uykumun azlığı, sesimin duruluğu gibi benim olan bu nesnelere alışmış iken, birdenbire elime bir cımbız alıp, kimileri aklıma kimileri de ruhuma batan bu pimpirikleri diken gibi ayıklamaya kalkışmak hiç de kolay değildi...

pimpiriklilik halinin içine sığan ve şimdiye dek endişe/ tedirginlik / huzursuzluk / rahatsızlık duymama yol açan konuları / durumları / halleri geçirdim aklımdan. ve aslında her birinde pimpiriklenmekte haklı olduğumu, zira pimpiriklendiğim hiçbir durumun, düşündüğümün aksine sonuçlanmadığını farkettim...

pimpiriklenmek bir önsezi / öngörü hali olduğuna, pimpiriklenen kişiyi temkinli / hazırlıklı olmaya yönelttiği için belki de, bir tür savunma mekanizması gibi çalıştığını yadsımamak gerek. yine de denebilir ki , sürekli "zarar göreceğini, incitileceğini, aldatılacağını, güveninin sarsılacağını" düşünerek yaşamaya yol açmaz mı bu hal sonunda?

paranoyak değilim, pimpiriklerimin beni tamamiyle ele geçirmesine izin verdiğim dönemler çok nadir ve kısa süreli olmuştur yaşamımda; ve ne yazık ki, bu yoğun pimpiriklilik hallerinin her birine neden olan durumlar "tam da korktuğum biçimde" gelişmiş ve sonuçlanmıştır daima...

yine de pimpiriklenmeleri doğrulayan deneyimlerin "önyargı"ya dönüşmesine izin vermemek gerek.

cımbızı attım elimden, pimpiriklerimi rahat bıraktım.
ve ben bunları yazarken sabah ezanı okundu,
evler, sokak, ağaçlar belirginleştiler yavaş yavaş,
keşke kimseyle konuşmasam / kimseyi görmesem / kimse de beni aramasa bugün, dedim
bütün bu dileklerin boşa çıkacağını bile bile üstelik.

denizi vapurlu bir pencerenin önünde olsaydım,
önümde bir bardak demli çay,
ne isterdim ki başka...

hk, 30.11.2006

26.11.06

Kıbrıs limonları...

Limonlu çay yanında portakal kokulu bir kek tarifi vereceğim bugün; Pazar öğleden sonrasına ev içi renklerini veren solgun güneş sarısından esinlendim:

Sonbahar keki

2 portakal
2 yumurta
1 bardak toz şeker
1/2 su bardağı süt
1/2 su bardağı ayçiçek yağı
3 1/2 su bardağı un
1 paket vanilya / 1 paket kabartma tozu
100 gr. çekilmiş fındık

Portakalların kabuklarını beyazları ile birlikte keserek soyduktan sonra, dilimleyerek mutfak robotundan geçirip, püre haline getireceğiz. Diğer tarafta ise yumurta, yağ, şeker, sütü karıştırıcı ile iyice çırptıktan sonra, bu karışıma un - vanilya - kabartma tozunu katıp halledeceğiz. Bu kek karışımına portakal püresini ve çekilmiş tuzsuz fındığı da ekleyip karıştırmaya devam edeceğiz. Kek karışımını yağlanmış kalıba döküp, kalıbımızı da 170 C dereceye ayarlanmış (ayar 5) fırında 30-35 dakika boyunca pişireceğiz.

Keki fırından çıkarınca iyice soğumasını beklemeyi unutmayın (öyle güzel kokuyor ki, sabırsızlanma olasılığınızı gözardı etmiyorum), sıcakken kalıptan çıkarma girişimi parçalanması ile sonuçlanacaktır (tecrübe ile sabittir).

Şekeri ve tadı az, portakal tadı ve hatta acısı kuvvetli, çok hafif ve lezzetli bir kek oluyor.
Çay ile olduğu kadar kahve ile de müthiş bir ikili oluşturuyorlar!

Afiyet şeker olsun efendim :o)

hk, 26.11.2006

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü