6.1.08

iğne iplik

Koridorun ucunda beklerdim, "haydi koş Hampo", diye seslenirdi anneciğim. Çocuk bacaklarımın atabileceği en uzun ve tez adımlarla salona doğru bir koşu tuttururdum o zaman, yemek masamızın başında elinde makasıyla bekleyen annemin yanından süratle geçerken, "kolay gelsin, çabuk bitsin", diye bağırırdım. Makasın, üzerine patron kağıdı yerleştirilmiş ve kenarları inceltilmiş beyaz sabunla çizilmiş kumaşı kesişine bayılırdım; anneciğimin dudakları kıpırdardı sessizce, belli ki "kendince bir dikiş duası" okurdu. Gülümserdi sonra, eğer benim için biçilmekte ise kumaş "iyi günlerde, sağlıkla, elemsiz kedersiz giy çocuğum" derdi; yok eğer kendi içinse "daha güzelleri senin olsun çocuğum", demeyi hiç ihmal etmezdi.

Burda dergileri alınırdı her ay, benim çocukluğumda Türkçeleştirilmemişti henüz, Almanca yayınlanırdı ve anneciğim de Aenne Burda'nın giriş yazılarına hayrandı. Derginin içindeki modellere bakmadan önce o ayın makalesini okur, bazen bana tercüme ederdi.


Aenne Burda, 1970'li yıllar

Tüm çocukluk ve gençkızlık giysilerim, son yirmi yıldır da benim ısrarımla dikmeye razı olduğu etek ve bluzlarım anneciğimin eseriydi. Her işinde olduğu gibi, dikiş konusunda da mükemmelliyetçiydi; ahşap mobilyalı ve elektrikli pedalla çalışan dikiş makinesinin tutukluk yaptığı zamanlarda "anneannemin Pfaff'ını senin üstüne koyup dikeceğim bu dikişleri, görürsün sen" dediğinde, kendi dikiş makinesinin tutukluğu geçer, tıkır tıkır çalışmaya başlar, anneciğim de bana dönüp "nasıl korkuttum ama!" diye kıkırdardı.
Rıfat Dedemin zoruyla liseden sonra Akşam Kız Sanat Okulu'nda öğrendiği dikişi hiç sevmezdi aslında, ama işte Hampo'su için katlanılmayacak sıkıntı yoktu. Özenle ve benim giyeceğimi bilerek diktiği bütün o güzel elbiseler, etekler, bluzlar, ceketler, pazen ev kıyafetleri, yazlık basmalar dolaplarda, askılarda, sandıklarda duruyor hala.
Ama ne gariptir ki tüm o nesneler: Dikiş dikerken parmağına geçirdiği gümüş yüksük, kumaşı kesen makas, Burda'lardan çıkardığı patronlar, kumaşı işaretlemekte kullandığı tahta saplı rulet, top başlı iğneler, üstünde minik beyaz çiçekler olan yeşil teneke "dikiş kutusu", Burda dergileri, teğel iplikleri, yeşil mezura, inat ettiğinde Pfaff ile korkuttuğu dikiş makinesi, düğmeler, makaralarca iplik yerli yerinde dururken, "anneciğim" yok artık.
Bir nesnenin ömrünün onu yaratan, kullanan, sahiplenenden çok daha uzun olması ne kadar anlamsız değil mi?
hk, 6.Ocak.2008

odalar için..

Frank Moss Bennett, 1922

Odalar arasında mükemmel bir sessizlik, küs gibiler birbirlerine.
Her biri kendi suskunluk, aydınlık ve gölgeleri içinde halinden memnun.
Pencereler açılana dek, sonra dışarıklı gürültüler içeri doluşup birikiyor;
odalar ortak bir dilde kendi boşlukları, duvarları, eşyaları ile söyleşmeye başlıyorlar.

Ev içinde değişmeyen yerleri mi onları böyle sakin ve dingin yapan;
yoksa nesnelerinin dilsiz taklidi yapan duruşları mı?
Rüzgârlanan perdeyle japon feneri ve bir de saatin sarkacı devingen...
hatta onlar da halkalarla kornişe, kordonla tavana ve minik bir vidayla saate bağlı,
sözde özgürlük..

Zaten hepsi üç oda.
Biri herşey için,
biri yatağın krallığı,
üçüncüsü konuklarını özlüyor.
Onları biribirine bağlayan bir de dar, kısa koridor;
o da bir oda aslında: Yürümek, bir an önce katedilmek ve diğerlerine /
diğer bir odadakine ulaşmak için; hepsine göre en çalışkan.

Odalar mı eşyalarına alışık,
yoksa onları odalara yakıştıran mı? ... her ikisi de belki.
Çünkü bir eksilme ya da değişiklik odayı başkalaştırıyor.
Saati sol koldan sağ kola geçirmek gibi;
odanın yaşantısı yenilenince, önce eski alışkanlığı yineleyip, şaşırarak, tedirgin...
derken kabullenerek tutuk yeni adımlar.

Her oda, kapısı kapanınca bir kutu aslında.
İçindeki nesneler kadar, orada yaşananları da saklayıp koruyan,
geçmişe ait ve belleğin tutabildiğince hayal, hayalet ve an ile tıkabasa dolu.
Kişisel anımsama işaretleri için bir kumbara.


hk, 1.6.2003

çiçeklerden hoşlanır...




"Çünkü hayat bir kuşun karnı kadar sıcak,
bir kuş kadar uçarı ve hafif."

A.Şen


I.
"Az önce buradaydı", dedim.

Bu cümle “artık burada olmadığından” daha fazlasını anlatıyordu aslında:
Sanki yokluğunun kısacık ve önemsenmeyecek bir zaman aralığına sığabilecek denli göz yumulabilir olduğunu söylüyordu;
ya da, "az önce burada olabilseydin onu da görebilirdin", demeye getiriyordu;
ya da, o’nu arayanın endişelenmemesi icin o gelene kadar yokluğunu geçiştiriyordu;
ya da
"az önce burada olan biri nereye gidebilir ki, buralardadır / yakındadır / az sonra gelir", diyebilmek için bir başlangıç cümlesiydi.

"az önce buradaydı", derken
o’nun kendisini az önce olduğu yerden doksan saniye uzaklıktaki nehrin ketum kütlesine bıraktığını bilmiyordum.

olmak
ile
ölmek,
böyle yakın birbirine: Altı üstü iki nokta mesafesi.

II.

and my love slowly answered I think so. But
I think I see someone else

there is a lady
she is sitting beside young death, is slender;
likes flowers.


Ve sevgilim yavaşça yanıtladı, öyle sanıyorum. Ama
sanıyorum başka birini görüyorum

bir hanım var,
oturur genç ölümün yanında, narindir:
çiçeklerden hoşlanır.

e.e.cummings (çev. oruç aruoba)

III.

-rehaiku LIII-

oldun, bir zamana,
öldüğün bir zamandan.

ryunluel


hk, 20.8.2002

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü