“dağınık kuşların
tarandığı bir mevsimden attım mektuplarımı
yaprakların bir bir iğne iplikle dikildiği
bir mevsimden
saatlerin çöktüğü şaşırarak
ve otların sestiği...” (ry)
Geri döndüm: Gidecek yerim hiç, gelecek yerlerim ise ne çok. Ben de işte bellegime geri döndüm. Bir süre amaçsız dolaşmış olabilirim koridorlarında, sonra – el yazmaları- arşivini açtım ve masanın başına oturdum.
El yazmalarını bilir misin sahi?
İlk duydugumda isimlerine kapılmıştım, senin / benim ellerimiz gibi ellerin yorgun ve dalgın parmaklarla tuttuğu ve mürekkebe batırılmış kalemlerle, mum ya da günışığında, hatasız ve bir akarsuyun denize uçuşu misali yazılmıs satırlar… Kutsal kitaplar, seyahatnameler, mektuplar, tarihçeler, günlükler, kayıt defterleri, nişanlar, hükümnameler.
Üzerine yazıldıkları kağıtlar tezhiple bezenmişler başka, sayfalarına ebru çerçeveler çekilmişler yine başka; karakalem resimliler, saç bukleliler, fotograflılar, kuru çiçekliler ise daha yeni.
…
Mektupların saklandığı kutulardan başladım karıştırmaya.
Kutuların üzerine etiketler koymuş belleğim:
- bilgilendirenler
- düşündürenler
- aşık edenler
- kanla yazılmışlar
- mürekkebi –mor-, cümleleri –sevdalı- olanlar
- kurşunkalemliler
- resimliler
- öykülüler
- af dileyenler
- müjde verenler
- çağıranlar
- öncekini sonrakine bağlayanlar
- cevaplılar
- soru soranlar
- umarsızlar
- veda edenler
- düş kur(dur)anlar
İsteğim mektupları zarflarından çıkarıp okumak değildi aslında… Buna dayanabileceğimi de hiç sanmıyordum zaten. Asıl onların huyu suyu idi beni ilgilendiren: Kağıtların katlanışı, sayfaların serzenişi, aralarına bırakılan ölü nesneler, kağıtlara sinmiş kokular (şişesi kırılmış lavanta kokusu, defne yaprağı ve kekik, tarçın ve karanfil, ama çoğunlukla da kâfuru…), okuyana ya da yazana ait olan mürekkebi dağıtmış gözyaşı hareleri, gönderilen’in kağıda bıraktığı buruşukluk…
…
El yazması mektupları kendi ellerimle yerleştirdim kutularına,
biraraya getirilip pamuklu bir sicimle bağlanmış olanları açmadım,
pullar dilsiz
ama
bilgili,
yüzlerce mektup yolculuğunu anlatıyordu…
…
Belleğin –el yazmaları-
kağıt ikiye / üçe / nice katlanınca ortadan,
kendi kendine dokunan üşümüş ten.
hk
yirmidortnisan,2004