1.10.08

gizli bahçeden mektuplar V.

Gizli Bahçe'deki "Bülbül Yuvası"nın ilk sahipleri:
İclâl Hanım - Rıfat Bey - Sumru Hanım için...
Zaman zamanı aşınca,
kapı pencereyi / pencere eşiği uslandırır
perde odayı saklar dışarıdan,
gönülü hüzünlendirir gözden ırak olmak,
zaman zamanı aşınca.

Fotoğraf suretleri dile gelse,
anne kıza uzanır,
filbahriler açar,
kuyunun dibinde şarkı söyler su,
demlenir gölgeleriyle bu dem son- bahar
zaman zamanı aşınca.

Akıl mı kalpten üstündür
kalp mi akıldan,
mektuplar zarflarına kavuşur,
uyku rehaveti ile düşlenir yolculuklar,
"üsküdar'a gidilir, hadi bilemedin Burgaz'a",
posta pulu gibidir hayatişi bitince kimi yırtılır,
kimi defterlerde saklanır,
zaman zamanı aşınca...
hk, 1.10.2008

30.9.08

gizli bahçeden mektuplar IV.

Kapı açılıverip de ev canlı bir varlık gibi kıpırdamaya başlayınca hiç ürpermedim. Işık yansın istiyordum içinde, kepenklerin koyu karanlığından sıyrılıp, pencereleri kavak ağacının yeşil gölgesinden nasibini alsın istiyordum. Kumru ve martı konuşmaları duyulsun, mutfakta buharlı fokurtularla çay demlensin ve çorba pişsin, vazolarında çingene çiçekçilerin adımbaşı tezgahlarından alınmış karanfil ve kasımpatılar yaşasın, Kuş Amca ile Mara'nın / Şair Vecdi Bey ile Remziye Teyze'nin, müzik öğretmeni Cemil Bey'le Zehra Hanım'ın, evin ilk sahibesi İclâl Hanım (anneannem) ve dedem ressam Cevdet Rıfat Bey'le sohbet ettikleri salonun koltuklarından tozlu örtüler kalksın istiyordum..

Kapı açıldı, ev hayattaki yegane yakınına kavuşmuşcasına kucakladı beni. Artık mırıl mırıl konuşmaktayız..

hk, 30.9.2008

gizli bahçeden mektuplar III. : istavritli şiir




ince bir çizgiydi önce deniz
sakin bir yağmur bulutunu kovalayan
tam da ara sokaklardan çıkmaya ayarlanmış mavisiyle,
ada iskelesinin yarı aç yarı tok kedileri gibi sırnaşık.
vakit, balık telaşı ile teknelerden kaçadursun
rakımı sıfırlanmış uslu bir kederdi zokası,
ister yakala ister yakalan.
tutundum kendime, kimse farkında değil...

hk, 29.9.2008

28.9.08

gizli bahçeden mektuplar II.


"Gizli Bahçe"yi okuyalı kimbilir kaç çocukluk geçti ömrümden. Duvarlarını yabani sarmaşıkların sarmaladığı o bakımsız, terkedilmiş bahçenin hayali üstünden kimbilir kaç kez atladım. Bir gün gelip de kendi gizli bahçemin kapısını açacağımı; beni bulutların / kavak dallarının / filbahri yapraklarının arasından seyreden ve hayatımdan "göz açıp kapayıncaya kadar" uzaklaşıveren sevdiklerimin suskunluğu ile, bir zamanlar onların yaşadıkları / yaşattıkları bu güzel evin sahibesi olacağımı hiç düşünmediğimi farkettim.

Bir evi tüm yaşanmışlığı ile, 1953'den bu yana biriktirdiği anıların, görüp geçirdiği hallerin, ölüm ve doğumların, varlık ve yoklukların öyküleriyle devralmak; bedeni ve ruhunun yorgunluğu ile kabullenmek, artık isimleri bile anımsanmayan konuklarını ağırlayan koltuklarında oturmak; pencerelerinden bir zamanlar pembe ortancaların süslediği bahçesini seyretmek, mutfağında anneciğimin usulünde yemekler pişirmek... Hepsi içinde yaşarken gerçekliğine inanamadığım ve bu yüzden de bir rüya gibi hayıra yormaya çalıştığım haller.

Gizli bahçeye bir kez daha gece geldi .
Yukarı kata çıkılacak, uykunun uysal adımları ile yatağa girilecek; kitap kendi sayfalarını ezber ederken, gözlerim kapanacak.

Herkese kendi gizli bahçesinde tatlı düşler dilerim.

hk, 28.9.2008

gizli bahçeden mektuplar I.


Bir çiçeğin tomurcuklanıp da, açmaya yakın duraklaması / taç yapraklarını güneşlendirmekten vazgeçip, küsüvermesi gibi bazen hayat. Ne yapacağını bilemiyor insan, "su mu versem?", "vitamin mi eklesem toprağına?", pencerenin dışına mı çıkarsam saksısını?" diye düşünüp durduğu gibi, hayat için de umarsızlığa kapılıyor. (Çiçeğin küsmesine mi anlam veremiyor, açmaktan vazgeçen taç yapraklarının rengini göremeyeceği için mi içleniyor, yoksa "çiçek açmak içindir, bu tomurcuğun nesi var?", diye öfkeleniyor mu bilinmez...)

Gizli bahçenin kapısını açıp, yağmura doymuş toprağın kokusunu içime çeke çeke yürüdüm. Gece olmuştu ben geldiğimde, herşey bıraktığım kadar güzel, düzenli. Anneciğimin bu evde son kalışında kapladığı yorganı üstüme örtüp de uyudum dün gece; uyuduğum biraz onların / biraz kendi uykum olmalıydı.
Öyle ki sanki çocukluğumdaki gibi anneciğimle babacığımın arasında yatıyordum. ( İzmir'de Pazar sabahlarının pek keyifli ve kıkırdamalarla neş'elenen macerasıydı onların arasına uzanmak, babacığım bir süre sonra bizi başbaşa bırakıp mutfağa gider, çayı demler, sonra da simit almaya "arka sokaktaki simitçi fırını"na koşardı. Hep bir sicim olurdu cebinde, simitçi ile ahbap olmuştu, bol susamlı ve fırından yeni çıkmış "beş simit"in içinden sicim geçirilir, böylece susamlar dökülmeden, sıcak simitler torbada yumuşamadan "çıtır çıtır" gelirlerdi eve. Babam gelene dek kahvaltı sofrası kurulur, radyo açılır, Pazar sabahının o "hiç bitmesin istediğim" -aile saadeti- başlardı.)

İşte dün gece de onların arasındaydım da, bu defa ikisi de konuşmuyorlar, gülüşmüyorlardı...

Sabah oldu. Gizli bahçenin kalbindeki ev de benimle birlikte uyandı. Çay demlendi, simit ve İzmir tulumu sofradaki yerini aldı, radyo onların en sevdiği müziği yaydı odalardan odalara, "som"bahar ışığı yağmur bulutlarının arasından geçebildiğince vurdu pencerelere, "onlar" fotoğraflardan baktılar sessiz ve en şefkatli tebessümleriyle.

Cisimleri, sesleri, cümleleri yok artık; ama kimse inandıramaz beni şimdi burada, benimle olmadıklarına.


hk, 28.9.2008

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü