Aphrodisias'ın ziyaretçilerine açık olmayan kuytu kıyılarında dolaşabilmek bir armağandı. Çok tanrılı eski Yunan uygarlığının kalıntıları arasında yürürken, bu kenti benzersiz kılanın (en azından benim bildiklerim arasında) - antik kentlerin bilimsel bakışla değil de meraklı koleksiyonerlerin keşif oyunu oynadıkları dönemlerin gözüyle incelendiği- 19.yy'daki o "henüz el değmemiş romantik doku" olduğunu düşündüm hep. Vahşi olmayan, ama yine de villaların, tapınakların, agora ve theatronun, hamam, odeon ve Sebasteion'un suskun mermerden bekleyişini hüzünlü ve koyu yeşil gölgelerle çerçeveleyen bir doğa.
Eskiden, çok eskiden, şiir yazdığım günlerden kalma bir romantizm. Hani içinde aşk filan olmayan, sadece zaman/yer/doğa ve o zamanda o yere takılıp kalmış insan figürleri üzerine kurulu bir romantizm geldi yerleşti yeniden aklıma. Çok eski bir dost gibi. Uzun zamandır söyleşmediğim ve ama suretini çok iyi bildiğim, huyuna suyuna alışık olduğum bir dost...
Öğrencilik günlerimdeki kadar mutlu oldum iki gün boyunca.
Ve Nazilli'den bindiğim gece otobüsü beni sadece Ankara'ya değil,
24 yıl sonrasının gerçeklerine geri getirdi ne yazık ki...
hk, 25.8.2007