köstekli takvim saati
Çinko şemsiyelikli ceviz portmantonun tamkarşısında asılı, cercevesi
ve camı tozlanmış siyah-beyaz Ahmet Hamdi Tanpınar portresinin
altında loş bir oyuk gibi duran, arkaya yaslanmış kanadı kahverengi
yağlıboyayla boyanmış pencereden başımı içeriye uzatıp seslendim,
"ayarlanacak saatim var!".
İçeriden "kürdilihicazkar makamında" bir şarkının nakaratına kendi
sesiyle katılan orta yaşlı, topluca, saçlarının kestane rengini
kınayla koyulaştırmış, gözlüklü, yeşil gözlü bir kadının iç
cekişi geldi. Şarkıya ara vermek istemediği yüzünün her halinden
belli bir huzursuzlukla pencerenin iç tarafındakı küçük odayı
üçbuçuk adımda katedip, masasının başına geçti. Yine de gülümsedi,
aklı radyoda olsa da, o bir şarkılık mutluluğunu böldüğüm için bana
içerlemiş görünmek istemiyordu besbelli.
Köstekli takvim saatini çantamdan cıkarıp, aramızdakı pencerenin
geniş pervazına yerleştirilmiş ve içi bordo rengi kadife kaplı
kutunun içine bıraktım. Kadın saati almak için uzandığında bembeyaz pamuklu
ve camı tozlanmış siyah-beyaz Ahmet Hamdi Tanpınar portresinin
altında loş bir oyuk gibi duran, arkaya yaslanmış kanadı kahverengi
yağlıboyayla boyanmış pencereden başımı içeriye uzatıp seslendim,
"ayarlanacak saatim var!".
İçeriden "kürdilihicazkar makamında" bir şarkının nakaratına kendi
sesiyle katılan orta yaşlı, topluca, saçlarının kestane rengini
kınayla koyulaştırmış, gözlüklü, yeşil gözlü bir kadının iç
cekişi geldi. Şarkıya ara vermek istemediği yüzünün her halinden
belli bir huzursuzlukla pencerenin iç tarafındakı küçük odayı
üçbuçuk adımda katedip, masasının başına geçti. Yine de gülümsedi,
aklı radyoda olsa da, o bir şarkılık mutluluğunu böldüğüm için bana
içerlemiş görünmek istemiyordu besbelli.
Köstekli takvim saatini çantamdan cıkarıp, aramızdakı pencerenin
geniş pervazına yerleştirilmiş ve içi bordo rengi kadife kaplı
kutunun içine bıraktım. Kadın saati almak için uzandığında bembeyaz pamuklu
eldıvenler giymiş olduğunu farkettim.
Saatin kapağını actı, arkasını çevirdi, sonra da masanın üstündeki
deri ciltli kalın deftere işlek ve okunaklı bir el yazısı ile bir
şeyler yazdı. Derken yüzüme bakmadan "sizin adınız efendim?" diye
sordu; söyledim. İsmimi deftere kaydettikten sonra, incecik bir
sicimle saatin zincirine bağladığı ufacık etikete defterdeki kayıt
numarasını kopyaladı. Ve kösteklı takvim saatimi kadife bır keseye
yerleştirip, pencereden görülmesi mümkün olmayan, ama aynı odanın
içinde bulunan bir çekmeceye koydu (bu son hareketini ahşap
çekmeceden gelen sürtünme sesinden anladım kuşkusuz).
Masasına dönünce, üzerinde ismim, günün tarihi ve teslimat saati,
kayıt numarası, saatin cinsi (köstekli takvim saati) yazılı bir
makbuzu da bana uzattı sessizce.
"Pekı, ne zaman geri alabilirim?", dedim.
" İade tarihini makbuzun arkasına yazdım efendim", dedı.
Kağıdı çevirdim, " 26.Ocak.2003" yazılıydı.
" Teşekkür ederim", dedim, " Dilerim benim yüzümden yarıda kalan o
şarkı yeniden çalınır radyoda."
Hiçbir şey söylemeden gülümsedi, içinde mutluluk / mahcubiyet / keder
olan bir tebessüm.
"Şemsiyenizi unutmayın, yağmur hızlandı", dedi göz ucuyla pencerenin
öbür yanındaki küçük odanın bana gözükmeyen bir yerlerine bakarak.
Şemsiyemi açtım: artık hiçbir yere yetişmem, hiçbir vapuru kaçırmam,
hiçbir randevuya geç kalmam mümkün değildi; saatsizdim.
Sadece bir takvim şimdi ihtiyacım olan, o da sadece 26.Ocak, Pazar
gününü unutmamak için.
hk
6.I.2003
Saatin kapağını actı, arkasını çevirdi, sonra da masanın üstündeki
deri ciltli kalın deftere işlek ve okunaklı bir el yazısı ile bir
şeyler yazdı. Derken yüzüme bakmadan "sizin adınız efendim?" diye
sordu; söyledim. İsmimi deftere kaydettikten sonra, incecik bir
sicimle saatin zincirine bağladığı ufacık etikete defterdeki kayıt
numarasını kopyaladı. Ve kösteklı takvim saatimi kadife bır keseye
yerleştirip, pencereden görülmesi mümkün olmayan, ama aynı odanın
içinde bulunan bir çekmeceye koydu (bu son hareketini ahşap
çekmeceden gelen sürtünme sesinden anladım kuşkusuz).
Masasına dönünce, üzerinde ismim, günün tarihi ve teslimat saati,
kayıt numarası, saatin cinsi (köstekli takvim saati) yazılı bir
makbuzu da bana uzattı sessizce.
"Pekı, ne zaman geri alabilirim?", dedim.
" İade tarihini makbuzun arkasına yazdım efendim", dedı.
Kağıdı çevirdim, " 26.Ocak.2003" yazılıydı.
" Teşekkür ederim", dedim, " Dilerim benim yüzümden yarıda kalan o
şarkı yeniden çalınır radyoda."
Hiçbir şey söylemeden gülümsedi, içinde mutluluk / mahcubiyet / keder
olan bir tebessüm.
"Şemsiyenizi unutmayın, yağmur hızlandı", dedi göz ucuyla pencerenin
öbür yanındaki küçük odanın bana gözükmeyen bir yerlerine bakarak.
Şemsiyemi açtım: artık hiçbir yere yetişmem, hiçbir vapuru kaçırmam,
hiçbir randevuya geç kalmam mümkün değildi; saatsizdim.
Sadece bir takvim şimdi ihtiyacım olan, o da sadece 26.Ocak, Pazar
gününü unutmamak için.
hk
6.I.2003