15.10.11

sonbahar günlüğü 4



  • Başka zamanlara paylaştıramadığım ve böyle olmasından makûl oranda mutluluk duyduğum yalnızlık hissiyle bir eve kapanmak; ve her ne olursa olsun, o dört duvarın dışına çıkmayı reddetmek.. Son yirmi yılın en belirgin ve değişmez durumu bu işte. Oysa benim bir işim, insanlarla sürekli iletişim kurmamı gerektiren bir mesleğim, konuşmamı / anlatmamı / açıklamalar yapmamı kaçınılmaz kılan bir görevim var. Buna rağmen susmayı, kimseleri görmemeyi, birlikte zaman geçirmek zorunda olduğum kalabalıktan uzaklaşmayı, bilmediğim yerlere gitmeyi, tanımadığım insanların arasında bir yabancı olmayı istiyorum hep.
  • Havanın soğumasını bekler ve sonbaharın gelişine sevinirken gelecek haftasonu Afrika kıtasına gidiyorum; bu yolculuğun beni heyecanlandırmasını beklemesin kimse; zira daha kalabalık, daha gürültülü, daha kapalı bir topluluğun içinde olacağım beş gün boyunca. Yegane sığınağım da bir otel odası.
  • Sabah yağmura hazırlanıyor görünüp beni kandıran gökyüzü güneşlendi. Çamaşırların temiz havada kurumasını ve yatağın gökyüzü kokusunu seviyorum. Dışarıyı içeriye almanın bir yolu da bu işte.
  • Henüz bitmemiş bir günün günlüğünü tutmaya kalkışmak da neden?, diye sordum kendime. Zira her zamanki gibi yazmaya mecbur olduğum, ancak yazmak istemediğim bir yazı var. Ondan kaçınmanın yollarını ararken, bir kaç dakika için bile olsa "ertelemenin gerekçelerini üretiyorum". Zaman, eski matbaalarda kullanılan döküm demir dev presler gibi, ama ne gariptir ki preslenen kitap da, presin kolunu çeviren ve kitabı sıkıştıran da benim.
Gece geldi, yağmur başladı. Asfaltın da bir fısıltısı var artık. Penceremi açtım, hayallerimi söndürdüm, gözlerimi kapadım.

hk, 15.10.2011

12.10.11

sonbahar günlüğü 3


  • Yağmurun sesi değildi duyduğum, yağmurla ıslanmış asfalttan hızla geçen tekeleklerin uğultusuydu. Kül rengi bir gökyüzü, lacivert bulutlar, henüz kapalı perdelerin arkasında bu kasvetli kentin sabah suratsızlığı işte.
  • Bu sabah ısıya dayanıklı yeni cam demliğimde (ki en çok beyaz porselen sapını ve cam akıtacağını seviyorum) "orange pekoe tea" demledim kendime; içini sıcak su ile doldurup, yıllar önce Berlin'den aldığım krem rengi seramik "tea light" ısıtıcının üstüne koydum demliği. Mum ışığında rengi demlendikçe amberden koyu karamele dönen çay büyülü bir parlaklıkla harelendi , sadece tadıyla değil, resmiyle de tam bir sabah şenliği olup çıktı.
  • Baş ağrım hafiflemiş, ama başımın içindeki gürültü devam ediyordu uyandığımda. Hani uzun bir tren, ya da uçak yolculuğunun ardından geçmek bilmeyen o tiz çınlama, ince uğultu gibi. Kendi kendime isimlendirmeye çalıştım, sonra da duymamak için radyoyu açtım. Acaba kendi karmakarışık düşüncelerimin sesini mi duyuyorum?, diye geçti aklımdan.
  • Sıradan ve sakin bir gündü, üretken değildim, pencereden dışarıya ne zaman baksam yağmur vardı. Çalışma masamın üstündeki kumaş şapkalı abajurun ılık ışığı yazmya davet etse de aldırmadım.
  • Gün bitti, gece de bitmek üzere, evin kedileri çoktan uyudular, sıra bende olmalı..
hk, 12.10.2011

11.10.11

sonbahar günlüğü 2.

Salzburg, Schloss Leopoldskron'un bahçesi, Ekim.2009


  • Tahmin ettiğim gibi oldu, günlük tutmayı yine beceremedim. Sıkıntılı bir eylem, zira ilkeli olmayı gerektiriyor ve ben sadece kendime karşı bile olsa, bir başka sorumluluğu daha yüklenmekten kaçınıyorum.
  • Bir gün için Ankara'dan uzaklaşmak, hiç gitmediğim bir şehirde konaklamak, bilmediğim izbe sokaklarda yürümek, fotoğraf çekmek ve durgun bir nehiri izlerken Türk kahvesi içmek: Sanki bir hafta uzak kalmış gibi döndüm bu kasvetli şehire, hiç özlemeden.
  • Son iki aydır birdenbire başlayan ve bir zaman sonra gözlerimden fışkırıyormuş gibi hissettiğim baş ağrısının nedenini öğrenmem gerekir değil mi? ; ama doktora gitmekten kaçınıyorum her zamanki gibi. Bana bedenimle ilgili olumsuz haberler verecek, tetkikler başlayacak, uğultulu cihazların içine girip çıkacağım, tüpler dolusu kanım alınacak, başka dertli insanlarla bekleme salonlarında bakışacağız, rapor sonuçlarını beklerken endişeleneceğim, ama yanımda kimse olmayacak; hastaneye her gidişimde acil yoğun bakım servisinde yatan babamın yüzü gelecek gözlerimin önüne, içim giderek daha çok daralacak, nefes alamaz olacağım..
  • Bugün fındık büyüklüğünde dolu yağdı Ankara'ya, ağaçların henüz sararmamış, yemyeşil yapraklarını da parçalayıp kopartarak. Yağmur gölcükler oluşturdu, toprak dolu misketleriyle kaplandı, su birikintilerinin üstü yemyeşil yapraklarla.. Biri otobüs durağındaki karton çöp kutusunun içinde ve diğeri de üstünde güneşlenerek uyuyan iki güzel tekir nereye sığınmışlardır, diye düşünüp durdum yağmuru izlerken.
  • Bu gece kedisiz bir uykuda karar kıldım; kapının dışında / olasılıkla koridorda yattıklarını tahmin etmek zor değil yine de. Uyurken bana sokulmayı, yanlarında ve burada olduğumu bilmeyi istiyorlar. Ama ben de bazı geceler pencereyi açmayı ve onları uyandırmaktan çekinmeden uyumayı istiyorum.
  • Uykum geldi, dört yudumluk sütüm var. Uysal ve evini seven bir kedi gibi uykuya dalıyorum.

hk, 11.10.2011

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü