- Başka zamanlara paylaştıramadığım ve böyle olmasından makûl oranda mutluluk duyduğum yalnızlık hissiyle bir eve kapanmak; ve her ne olursa olsun, o dört duvarın dışına çıkmayı reddetmek.. Son yirmi yılın en belirgin ve değişmez durumu bu işte. Oysa benim bir işim, insanlarla sürekli iletişim kurmamı gerektiren bir mesleğim, konuşmamı / anlatmamı / açıklamalar yapmamı kaçınılmaz kılan bir görevim var. Buna rağmen susmayı, kimseleri görmemeyi, birlikte zaman geçirmek zorunda olduğum kalabalıktan uzaklaşmayı, bilmediğim yerlere gitmeyi, tanımadığım insanların arasında bir yabancı olmayı istiyorum hep.
- Havanın soğumasını bekler ve sonbaharın gelişine sevinirken gelecek haftasonu Afrika kıtasına gidiyorum; bu yolculuğun beni heyecanlandırmasını beklemesin kimse; zira daha kalabalık, daha gürültülü, daha kapalı bir topluluğun içinde olacağım beş gün boyunca. Yegane sığınağım da bir otel odası.
- Sabah yağmura hazırlanıyor görünüp beni kandıran gökyüzü güneşlendi. Çamaşırların temiz havada kurumasını ve yatağın gökyüzü kokusunu seviyorum. Dışarıyı içeriye almanın bir yolu da bu işte.
- Henüz bitmemiş bir günün günlüğünü tutmaya kalkışmak da neden?, diye sordum kendime. Zira her zamanki gibi yazmaya mecbur olduğum, ancak yazmak istemediğim bir yazı var. Ondan kaçınmanın yollarını ararken, bir kaç dakika için bile olsa "ertelemenin gerekçelerini üretiyorum". Zaman, eski matbaalarda kullanılan döküm demir dev presler gibi, ama ne gariptir ki preslenen kitap da, presin kolunu çeviren ve kitabı sıkıştıran da benim.
Gece geldi, yağmur başladı. Asfaltın da bir fısıltısı var artık. Penceremi açtım, hayallerimi söndürdüm, gözlerimi kapadım.
hk, 15.10.2011