21.2.07

dört sene önce...


“...
hiçbir kent
vermez sevgisini
bir sevgiliyle dolaşmadan
içinde
öpüşmeden kuytularında

sen daha bekle.”

g.turan, görülen kentler (izmir)

I.
Hep buraya dönüyorum:
Valizimin üzerindeki “varış yeri” etiketinde hep bu kentin adı var.
Kurşunîsi ıslanınca mora kesen kopya kalemiyle yazılmış bir şehir ismi,
inatçı / ısrarlı, adreslerimden silinmiyor.

II.
Birkaç haftalığına gittiğim başka ülke kentlerindeki otel odalarını düşünüyorum.
Geçici adresler, benimsenen, ilk gün düzeninin korunamadığı, dışarıdan her gelişte küçük bir nesne ile kalabalıklaştırılan; konaklama süresi uzadıkça sahibinin kişiliğine bürünen, dağılan.
Odanın evcilleştirilmesi, sahibine ve onun ev hallerine alışması uzun sürmüyor. Ve odaya konuk olanın yaşamına da o “oda” konukluk ediyor...
Yerleşik düzenlerle karşılaştırıldığında minyatür bir ev-bark edinme hali “otel odası”nda yaşamak.
Kira evlerine alışkın kişiler için sürekli olan “sahiplenememe” duygusu, otel odalarında iyice yoğunlaşıyor; ama yine de yabancı bir ülkenin herşeyine yabancı olunan bir kentinde “oralı” imiş gibi görünebilmenin en kolay yolu küçük bir mahalleye benzeyen otelin hanelerinden birine ait anahtara cebimde dokunabilmekten geçiyor.

Anahtarı ev sahibine bıraktığımda valizimdeki etikette yine bu kentin ismini okuyorum.

III.
Alışmadan, onlarla ilgili alışkanlıklarımı çoğaltmadan geçmek, ayrılmak istiyorum gittiğim kentlerden. Alışkanlık özlem duygusuna hazırlık çünkü; zaman’la kızkardeş; sahiplenme ile sırdaş. Alıştıkça sahipleniyor, sahiplendikçe alışıyor, sahiplendiğin ile arana uzaklık ve zaman girdikçe özlüyor, özledikçe dönmek istiyorsun.
Oysa konuk olunan kentler devinmeyi, değişmeyi; başka hallere / biçimlere / düzenlere dönüşmeyi sürdürüyorlar. Konuk olan, o kentin devinimi içinde sadece kısacık (göz kırpımı gibi) bir tanıklık / deneyim yüklenip, yoluna devam ediyor. Bu yüzden, özlediği de kendi biricik konaklamasının izlenimlerinden başka bir şey değil.
Dönmek, özlediklerinin (özleme neden olan anı ve alışkanlıkların) erozyonu ile yüzleşmektir; hayal kırıklığıdır, iç ezikliğidir.

IV.
“...
inkâr etse küçük limanların
bir fasikülden ince yolcu defterleri
yolumun yollarından geçtiğini
silsem bir bir tüm katlarını
inşa halindeki şiirlerimin,
ve elimde avucumda kalan bir tek çatı katı olsa
ele avuca sığmayan bir kasket gibi
...”

r.yunluel , karadeniz’de batan kum saati
(katedral’den düşen kuş)


hk, 22.II.2003



20.2.07

ğ



“yumuşak ge'nin uzerindeki eğikliğin kavsini kim çizdi, kim kalıbını oydu?”

gökhan sayram
yumuşak G’nin duruşundaki hüznü sezmeyenler icindir bu sözüm:

1.
O’nu boyle düşünceli ve sessiz kılan, -bir sözcüğü asla başlatamayacak olmanın iç ezikliği-dir aslında. Zira hep başka harflerin arasına yerleştirilmiş, ve yine de içinde göründüğü sözcüğü varlığı ile nasıl –uysallaştırdığı- es geçilmiştir. Kendisini yumuşatan, söylenişini bir harfin okunuşundan ziyade rüzgârın perdeyi havalandırışına benzeten başının üzerindeki o küçük ve herşeyden habersiz “yay”dan nefret eder bu yüzden…
Yumuşak G bahtsızlığını yalnızca G’nin anlayabileceği, Türk abecesinin en çekingen harfidir.

2.
yumuşak G’yi kendi yapan o “yay”ın G harfi ile içsel ve duygusal bir bağı olmamasına rağmen, birlikteliklerinin kaçınılmazlığı şaşırtıcı ve kaderci bir kabullenmeye dönüşmüştür zamanla…
G –üzerinde duran-ın kendi varlığını belirleyici bir im olduğunu bilir ama o’nu reddetmek ve diğer harflere benzemek ister yine de. İki satır arasındaki boşlukta -havada salınan bir kuş teleği gibi asılı bekleyen- “yay” ise, bir başinalığının (ya da G’sizliğinin) kendisini nasıl anlamsiz kıldığının farkındadır; işte bu yüzden o’nun nefretine daima anlayış ve sabırla karşılık vermiştir.

3.
sözcük içine kapatılan her G, yazanın eli bir sonraki harfi kendisine bitiştirmeden önce o im’i konduracak diye pırpırlanır … Bu yüzdendir ki söze kendisiyle başlanılmayan her G tedirgin ve endişelidir. (iki harf arasindaki G yerinin bir daha değişmeyecegini bilir bilmesine de, yumuşak G’ye dönüştürülmeden kalmak, oradalığının nedenini sadece kendisi olarak sürdürmek derdindedir.)

4.
yumuşak G sinema ve tiyatro salonlarını, adres ve telefon fihristlerini de sevmez: zira kendisi ile işaretlenmiş koltuk sıraları ve defter sayfaları olmadığından haberdardır.

5.
yumuşak G abece’nin kendi varlığıyla barışık olmayı beceremeyen, en sitemkâr harfidir.


hk, 9.III.2002

herharfingizledigibiröyküsüolduğunainanarak

19.2.07

sabah olurken...

yeni gün, yeni hafta / güneş sönmez

İSKENDERİYE ILGIMI

Aşk deniz kıyısında bir kente benzer:
Başka başka biçimde, nice
yerlere çıkan bir sürü sokak.

Ve bir sürü sokaktan pek çok kişiye
ulaşan pek çok kişi. Deniz kıyısındaki
bir kentin parçaları denebilecek
bir sürü şey.

Ama tek bir deniz.


Henrik Norbandt

18.2.07

olmak istediğim yerler III.

necmi erol, İstiklâl Caddesinden içeri
Olmak istediğim yerler III.
Bugün İstiklâl Caddesi'nde avare dolaşmak istiyorum, fincanlar dolusu sütlü kahve içmek, caddeye taşan müzikler içinde en çok seveceğimin CD'sini satın almak, kitapçılarda oyalanmak, İnci'de protiferol yemek, fotoğraf çekmek, not defterime küçük notlar düşmek, St. Antoin Kilisesi'nde sessizce oturup mumların çıtırtılarla yanışını izlemek (ne çok dilek, yakarış, dua erir o kum havuzlarının içinde), Aynalı Pasaj'daki antikacı vitrinlerinde tanıdık objeler aramak, bir üşümek bir ısınmak istiyorum bugün. Bu öğle vakti burada değil, "orada" olmak istiyorum...
hk, 18.şubat.2007

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü