20.1.07

"ruh halimin güvercin tedirginliği"




'Ruh halimin güvercin tedirginliği'
Hrant Dink / AGOS 19 Ocak 2007


Başlangıcında, "Türklüğü aşağılamak" suçlamasıyla Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nca hakkımda başlatılan soruşturmadan tedirginlik duymadım. Bu ilk değildi. (...)

Şu çok açık ki, beni yalnızlaştırmak, zayıf ve savunmasız kılmak için çaba gösterenler, kendilerince muratlarına erdiler. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle Hrant Dink'i artık "Türklüğü aşağılayan" biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular.

(...)Benim için asıl tehdit ve asıl dayanılmaz olan, kendi kendime yaşadığım psikolojik işkence. (...)Bu işkencenin bir yanı merak, bir yanı tedirginlik.Bir yanı dikkat, bir yanı ürkeklik. Tıpkı bir güvercin gibiyim...Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış durumdayım. Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli.

Ne diyordu Dışişleri Bakanı Abdullah Gül? Ne diyordu Adalet Bakanı Cemil Çiçek? "Canım, 301'in bu kadar da abartılacak bir yanı yok. Mahkûm olmuş, hapse girmiş biri var mı?"Sanki bedel ödemek sadece hapse girmekmiş gibi... İşte size bedel... İşte size bedel...İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar?..


Bilir misiniz?..Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?Kolay bir süreç değil yaşadıklarım... Ve ailece yaşadıklarımız. Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu. Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında...

(...) Rahat bana batardı!"Kaynayan cehennemler"i bırakıp, "hazır cennetler"e kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi.Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.Türkiye'de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye'de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi. Kalacaktık ve direnecektik. Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915'teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ıstırabı... Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere... Her neresiyse.Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız.


Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten. Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuruyorum. Bu dava kaç yıl sürer, bilemem... Hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye'de yaşamaya devam edeceğim. Mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım.

Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak. Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kim bilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.

Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.

19.1.07

Tükenen su kaynaklarımız!


Türkiye'deki su kaynaklarının hızla tükenmesine ilişkin olarak WWF desteğiyle hazırlanan projenin tanıtım animasyonunu izlemek için aşağıdaki bağlantıyı tık'lar mısınız?

15.1.07

akşam misafirlikleri ve elmalı kek...

Akşam yemeğinden sonra yapılan ev misafirliklerini anımsar mısınız? Televizyonun kapatıldığı, Türk kahvelerinin pişirildiği, çay için limonların dilimlendiği ( en çok gümüş limon çatalını severdim), pasta tabakları ve çay bardaklarının önceden hazırlandığı, peçetelerin üçgen biçiminde katlandığı, sözcüklerin havada kahkahalara karışıp uçuştuğu akşam misafirliklerini...
Yemekten sonra gelindiği (gidildiği) için meyva ya da hafif bir pasta ( kek) ikramı yapılır, ikinci çaydan sonraki bardaklara limon dilimleri atılırdı.

Ben de Cumartesi gecesi misafirliğe geleceğini söyleyen bir sevgili arkadaşım için çocukluğumdan kalma bu "eski moda" hazırlıkları yaptım ve "elmalı kek" pişirdim.

250 gr. un
125 gr. margarin
2 yumurta
150 gr. şeker
1 paket kabartma tozu
bir kahve fincanı portakal suyu
bir portakal kabuğu rendesini karıştırma kabının içinde iyice çırptıktan sonra, ince dilimler halinde doğranmış iki elmayı da bu karışıma ekledim. Yağlanmış fırın kabına boşalttığım kek hamurunun üstüne de, 1 kahve fincanı toz şeker ve iki çay kaşığı tarçın karışımını serptim. Isı ayarı 5 olan fırında 30-35 dakikada pişti kekim ( bambu çubukla kontrol etmeden çıkarmam zaten keklerimi fırından, ne olur ne olmaz!)

Evin içi misler gibi tarçın ve elma koktu! Elmalı keki en çok da bu yüzden seviyorum, hem hafif ve lezzetli, hem de misafirleri baş döndürücü / evcimen / tatlı bir kokuyla karşılama olanağı veriyor ev sahibine.

Çay bardaklarının tabaklarını Paşabahçe'den almıştım. Kenarlarında yeşil üçgen ve kırmızı nokta biçiminde cam hamurundan yapılmış stilize Noel çamları var. Çayı "Ecevit usulü" demledim. Limonu dilimledim. Televizyonu kapadım, Sade'nin eski şarkılarını dinleyerek yün örmeye başladım.

Ve beklediğim misafir gelmedi.

Özlenseler de sürdürülmeyen kimi alışkanlıkların yaşandıkları zamanda kaldıklarını kabul etmek mi gerek yoksa?

hk, 15.I.2007

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü