"Mürted'de oturduğumuz evin mutfağı, lojmanların açıklık ova tarafına bakar, karşıki dağlara kadar manzara bizimdi; gördüğümüz kadarıyla. Mevsimin uygun anını yakaladığında güneş bizim eve doğardı ve hatta ay da. Bazı sabahlar uyandığımızda sis çökmüş karşıları görünmez olur, Ursula le Guin'in kitap sayfalarından birilerine satır satır yazılırdı. Tam da baharın bu vakitleri diye hatırlıyorum. Sis çökmüş ama belli ki ilerleyen saatlerde hava güzel olacak; öten kuşlardan havanın mahmurluğundan, telaşsız hazırlığından öyle anlaşılıyor olurdu. Uzaktan bir yerlerden gelen, tek tük çalan koyun çanı sesleri, büyücek bir koyun sürüsünün varlığını ağzından kaçırmış gibi yapıyordu; bilmem müzipliğinden bilmem sakınmazlığından. Yağmur küçük o zaman. Sis oturup durmaz ya, kalkacak ve sürüyü göreceğiz diye beklerken, sis oturduğu yerden boş kalkmaz, kalkarken koyun sürülerini de kucaklar götürürdü yukarı. Hiç bir sabah o sürüyü göremedik. Belki de sürü mürü yoktu; ama çanlar bizim için çalıyordu. Şimdi çalan bir çan sesi bile yok.", diye yazmış çok eski bir yazı dostum*.
Üstelik bu yazıyı bana "iyi sabahlar" demek için göndermiş.
Uzak kentlerde, birbirimizinkine benzemeyen hallerde / birbirimizin ne halde olduğunu bilmeden yaşıyoruz.
Ama bir sabah bir mektup çıkıp geliveriyor, ne mesafenin / ne birbirine benzemeyen hallerimizin önemi kalıyor. Kendim yazmış gibi hissettiğim ve çok sevdiğim bu metini "başımdan geçenler"e ekleyince, siz de sabahlarınızdan birinde okur ve mutlu olasınız istedim...
* T.Yener
hk, 31.Mart.2011