8.5.10

yaşarken yaşlanırken yazarken

Krizantemler, Monet

Yaşarken edinilen tecrübeler, onları daha önce yaşamış olanların anlattıklarından daha öğretici oluyor. Sanırım yaşlanmanın iyi taraflarından biri de bu, başa gelen hallere ilişkin birikim beni "daha yaşlanmış" zamanlarıma hazırlıyor. Mesela ben bu sene öğrendim ki, birine arkadaşım / ya da dostum diyebilmek için onunla geçirdiğiniz yılların, aynı şehirde ve sık görüşür, ya da tam tersi henüz hiç karşılaşmamış olmanın hiç önemi yokmuş. Hayatta gerçekten güvenip, kalbinizi emanet edebileceğiniz çok az sayıda dosta sahip olmak (hele aileniz yoksa) en güzeliymiş. Arkadaşlık fiilinin içini boşaltıp, göstermelik içtenliklerle "öyle" görünenleri farketmek ve bu farkındalıktan onları haberdar etmek de pek keyifli imiş.


Yaşadıkça mı yaşlanıyorum, yaşlandıkça mı yazıyorum, yoksa yaşadıkça yazdıklarımı daha da yaşlandığımda bir daha yaşamayacak olduğum* için mi azaldı korkularım?

hk, 8.Mayıs.2010

* Anneciğimle babacığım bir kez daha ölmeyecekler, tam tersine zamanı gelince ben onlarla buluşacağım. Ankara'da bir 20 sene daha geçirmek zorunda kalmayacağım, tam tersine hep yaşamak istediğim yerlerde olabileceğim. Aynı kişiler aynı hayalkırıklıklarına uğratamayacaklar beni, çünkü onların beni nasıl incitebileceklerini biliyorum artık. Böyle uzar gider "bir daha yaşamayacak olduklarım"...

7.5.10

sanki üçyüz yıl...

Üç sene: Kucaklaşmayalı, konuşmayalı, yanak yanağa vermeyeli, gülüşmeyeli, "canım benim" diyerek usulca kapattığın telefonların çalmayalı, "elele kolkola" gezmeye gitmeyeli, yüzümü boynuna gömmeyeli, dertleşmeyeli, öpmeyeli, göz göze gelmeyeli.. Üç yıl değil sanki üç yüzyıl.
ah anneciğim...
hk, 7.Mayıs.2010

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü