13.1.07

anneannem ve annem...

İclâl Hanım ve kızı, 1936 - İstanbul
Anneannemle annemin bu tebessümleri ne zamandır bende anımsamıyorum, ama her fotoğrafın geçmişe açılan minyatür bir pencere olduğunu düşünmeme yol açan en güzel an'lardan birine bakıyorum her seferinde..
Sadece annemin anlattığı kadarıyla hayal ettiğim, bu yüzden de annemin sözcükleriyle tanımlayabileceğim kadar güzel, cefakâr, neşeli, titiz, sevgili bir eş ve anne İclâl Hanım.
Bu fotoğraf karşımda iken, İstanbul'a her kar yağışında bu çerçevenin içine girivermek istiyorum. Anneannemin elinden tutmak, annemin çocuk gözlerinin içine bakmak ve hatta hep o fotoğrafta / onlarla kalmak.
Kimbilir, yaşlanmak böyle bir şey belki de.
hk, 13.I.2007

11.1.07

kumru...

GÜLER YÜZÜMLE
Viran bir rum evi adada oturduğumuz ev
Serinliğine serin
Ferah olmasına ferah ya
Tam bir hakuran kafesi.
Bu deyimi aslına döndürmek için mi nedir
Bir çift de kumru gelip
Yuva yapmış çatısına.
Öyle usturubunla yerleşmişler ki
Çürümüş tahtaların arasına
Dışardan görünmüyorlar hiç.
Yalnız
El-ayak çekildikten sonra
Derinden
Ve civan demlerle demlenircesine
Başlıyor dem çekmeleri.

Benim de çökmeye yüz tutmuş
Şu can kafesimde
Kadim sevgilim Güler’e sevgim
ÜSKÜDARA GİDELİM diyor hala
ÜSKÜDARA GİDELİM
Can Yücel, Beşibiryerde
Ankara ve İzmir'deki kumrular "guguucuk, guguucuk!" diye öterken,
İstanbul'dakilerin "Üsküdar'a gidelim, Üsküdara gidelim", dediklerini bilir misiniz?
hk, 11.I.2007

9.1.07

balkon, saçak altı ve pencere önü sakinleri...

kış boyunca, bayat ekmekleri ufalayarak ya da bir avuç bulgur serperek
serçeleri, sığırcıkları, güvercinleri ve kumruları doyurmalı.
bir de,
"öyle sevdim ki seni
öylesine sensin ki!
kuşlar gibi cıvıldar
tattırdığın acılar..",
diyen şiirini okumalı Cemal Süreya'nın.
hk, 9.I.2007

Kokinalı aylar : Aralık ve Ocak

"Kokina, doğada var olmayan, yapma bir bitkidir. Adını Rumca "kırmızı" demek olan kokino'dan alır. Bir çalının yaprakları ile başka birinin küçük kırmızı meyvelerinin birbirine bağlanması yoluyla elde edilen bir yılbaşı süsüdür. Çingeneler, yapraklarla meyveleri incecik, görünmez ipliklerle birbirine bağlarlar; bilmeyenler, onun yapma olduğunu anlamazlar bile... Aralık ayı girdi mi, çingeneler - o dünya çiçekçileri- küfelerde getirdikleri kokina demetlerini Beyoğlu'nda satmaya başlarlar. Satışa Balık Pazarı'ndan başlayarak çevreye yayılırlar..." (Yazılmamış Beyoğlu Ansiklopedisi'nden...)
Beyoğlu sokaklarının yılbaşı çiçeğidir kokina; çiçekçi dükkanlarından içeri girmeyi de sevmez, sokaklarda sürtüp yılbaşını müjdeler... Her yıl süslenir püslenir, yeniden çıkar Beyoğlu'nda piyasa yapmaya: "Kokina!.. Kokina!.." diye, artık kimsenin anlamadığı bir dilde seslenerek...

( Ali Özdamar, "Selahattin Giz'in Fotoğraflarıyla 1930'larda Beyoğlu", s.140)


7.1.07

Peynirli poğaçalar...


Pazar günü biterken "şimdi peynirli poğaça tarifi vermek de nereden geldi aklına?, diyebilirsiniz.. Benim Cumartesi kahvaltısı için hazırladığım, sıcakken yemesi daha da şahane olan bu poğaçaların, hafta boyunca "kahvaltı hazırlamaya ve etmeye zaman bulamayan" dostlar için can kurtaran olacağına inandığım için veriyorum efendim...
Malzeme listesi çok uzun değil:
75 gr eritilmiş margarin, üzeri sıvı yağla bir bardağa tamamlanacak
2 yumurta ( 1 yumurta hamur içine karıştırmak, diğeri sarısını poğaçaların üstüne sürmek için)
4 çorba kaşığı yoğurt
3 1/2 bardak un
1 paket kabartma tozu
1 tutam tuz
Çörek otu
İçini hazırlamak için:
Beyaz peynir veya lor peyniri / bolca maydanoz veya dereotu
Yapılışı:
Uzun uzun anlatmaya ne gerek; yağ / yoğurt / 1 yumurta / kabartma tozu / tuz ve unu büyük bir kase içinde mıncık mıncık mıncıklayarak hamur haline getiriniz. Sonra da ceviz büyüklüğünde parçalar kopararak avucunuzun içinde önce yuvarlayıp, sonra da incelterek daire halinde açınız. Daire çeklindeki her hamurun ortasında beyaz peynirli karışımdan bir tatlı kaşığı kadar koyup, dairenin kenarlarını üstüste gelecek biçimde kapatınız ve parmaklarınızla hamuru hafiçe birbirine bastırarak, tombalak bir poğaça elde ediniz. Fırın tepsisine yerleştirdiğiniz, fırın kağıdı üzerine yerleştirdiğiniz poğaçalarınızı (yaklaşık 22 poğaça elde edeceksiniz) yumurta sarısı ile kaplayıp, birer tutam da çörek otu ile süsledikten sonra, önceden ısıtılmış fırınızda bir güzel pişiriniz ( elektrikli fırında sıcaklık ayarını 5'e getirdim). 20 dakikada hazırlardır efendim.
Eğer soğuduktan sonra bir saklama kabına yerleştirirseniz, bir hafta boyunca tazecik kalıyorlar ve afiyetle yeniyorlar..
Pek kolay ve her seferinde aynı sonucu veren çok başarılı bir reçete olup, eşine, çocuklarına, sevgilisine ve daha da eğlencelisi (bu özellikle yalnız yaşayanlar için) kendisini sevindirmek isteyen beyler için çok kolay ve leziz bir tariftir.
afiyet şeker olsun :o))
hk, 7.I.2007

Anneciğimin çiçek penceresi...

Eski İzmir evlerini bilenler, körfezi seyreyleyen "çıkmalar"a da aşinadırlar. Ahşap ve kagir evlerde sıkça rastlanan, evin oturma odasını denize, sokağa, "manzara"ya yaklaştıran; benim aklıma hep konser salonlarındaki locaları getiren bu çıkmalar üç bir yanı pencerelerle çevrili olduğundan, sokağın geliş ve gidişi de eşit biçimde izlenebilir. İşte benim mimar babam da, şimdi İzmir - Karşıyaka'da yaşadıkları apartmanın planını çizerken, bu eski geleneği sürdürmüş ve salonun üçte birini, bina cephesinden dışarıya doğru çıkma yapacak biçimde tasarlamış. Ancak gelin görün ki, tüm katların "çıkmaları"nda karşılıklı yerleştirilmiş iki koltuk dururken, bizimkinin içinde anneciğimin bitkileri ağırlanmıştır hep.
Ama bu sayede salonun içinde minyatür bir bahçe vardır; öyle ki japon şemsiyeleri, füjerler, kurdela çiçekleri, kaktüsler, sarmaşıklar, kapl kalbe karşılar, kılıçlar, açelyalar, panjurlar, mum çiçekleri ve daha nicesi evin baş köşesinde yaşamış ve yaşamaktadır da...
Denizi seyreden, kış akşamlarında akşam güneşi ile yapraklarının o narin yeşili daha da canlanan, annemi sesinden tanıyan bitkiler.

Onlar olmasa ruhunu yitirirdi evimiz, bilirim.

hk, 7.I.2007

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü