Aklımdan, başımdan, içimden geçenleri; hatırladıklarımı, unutmak istemediklerimi, hasretini çektiklerimi, izlenimlerimi yazıyorum..
18.1.09
-kedi gibi olmak- üzerine bir yazı
Kedicik Akide olup da benimle yaşamaya başladığından beri, kedi yavruları ile ilgili kitap / makale / öykü ne bulursam okuyorum; hem huylarına hem de bakımlarına ilişkin... Bir de uzun zamandır kedili olan arkadaşlarımın deneyimleri, önerileri var kuşkusuz. "kedili bir hayat"ın nasıl olabileceğine ilişkin hiç bir fikrim olmaksızın atıldığım bu macerada en çok kendi izlenimlerime güveniyorum yine de..
Kararsızlıklarımın başında "Akide nasıl beslenmeli?" sorusu vardı; zira veterinerimiz evde hazırlayacağım taze mamaların daha sağlıklı ve onun yaşam kalitesi için daha iyi olacağını söylemişti. Buna karşın kedisi olan arkadaşlarımın / onların veterinerlerinin önerisi Akide'yi kuru mama ile beslememdi. Bu ikilem öyle bir noktaya vardı ki, "bir an önce kuru mamaya alıştırmam" konusunda uyarılar almaya bile başladım !! Sanırım en çok deneyimsizlik tetikliyor böyle anlarda verilen kararları; Akide'ye bir gün boyunca kuru yavru kedi maması verdim. Önce yanaşmadı, ben mutfakta yemek hazırlarken bacaklarıma süründü, yalvardı, merak ve sabırsızlıkla dolandı etrafımda.. Sonra baktı ki olmayacak, "tıkırtılar" çıkararak tabağındaki kuru mama taneciklerini kemirmeye başladı.
Böyle bir gün geçtikten sonra, içim yine de rahat etmediği için sevgili bir dostumun veteriner olan eşine yeniden sordum beslenme ile ilgili soruyu. Gelen yanıt Akide'nin ilk kontrollarını yapan doktorumuzunki ile aynıydı. Nasıl sevindim anlatamam, hemen tavuk ciğerli bir papara hazırladım oğulcuğuma.. Her zamanki gibi neşe ve sabırsızlıkla izledi beni, sonra nefes almadan yemeğe koyuldu lezzetli mamasını. Ben de içim rahat gelip bilgisayarımın başına oturdum, yazmaya koyuldum.
Biraz sonra Akide koşarak ve hala yalanarak yanıma geldi, çalışma sandalyemin arkasına hopladı, arka ayakları sandalyenin üst kenarında, ön ayakları sağ omuzumda dengesini buldu ve önce başını uzun uzun yanağıma sürdü , sonra da o minik zımpara diliyle hafifçe yaladı.. "Teşekkür ederim", demenin , "memnuniyetini ve sevincini" dile getirmenin bir yolunu bulmuştu kendiliğinden. Sonra aşağıya atladı, halının üstüne kıvrılıp, gözünü benden ayırmadan uzandı.
Düşündüm de, birlikte olduğum / birlikte çalıştığım / birlikte yaşadığım insanların pek çoğu, onları düşünüp, kollayarak, onlar için özveride bulunup, yorularak verdiğim nice emeği "görmezden gelerek / sıradan ve olması gereken bir şeymiş gibi" umursamayarak var oldular şimdiye dek.. Bir tatlı sözü, bir öpücüğü, bir kucaklamayı nasıl da esirgediler; nasıl ruhsuz / heyecansız / içtenliksiz / sözüm ona teşekkürlerle yetindiler.
"kedi kadar" demeyeceğim, zira bu Akide'ye haksızlık olur: "kedi gibi" olabilselerdi keşke...
hk, 18.I.2009
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)