9.7.11

yirmisekiz* sabırlı okurum için müsveddesiz bir yazı

Eric Joisel'in origami grubu: "Lord of the Rings" (Gimli the Dwarf, Legolas the Elf, Aragon the Human Kind)


Lord of the Rings kitaplarını okuma teşebbüsümün üstünden çok sene geçti, karmaşık hikayeler, kimin kim olduğunu anımsayamadığım kalabalık kahramanlar tarafından yaşanılıp, anlatılınca aklım karışıyor; okurken yorulmayı sevmiyorum. Yine de tesadüfen bulduğum ve origami ustası Eric Joisel'in işi olan resimdeki roman kahramanları aklımı başımdan aldı; kağıdı ustalıkla katlamanın, bükmenin, kıvırmanın, hatta buruşturmanın cazibesine kapıldım. Hayal gücünün, yaratıcılığın, belleğin, parmakları kullanma becerisinin, sabır ve yetenekle bileşimi olan bu kağıttan heykelcikler, gündelik yaşamda tükettiğimiz, yırttığımız, öğütücüye gönderdiğimiz, top yapıp çöp sepetine fırlattığımız kağıtlara ne kadar yazık ettiğimizi düşündürdü bana. Sinema filmlerinde yazı masasının başına oturup, yazmayı beceremediği tek bir mektup için dünya kadar kağıdı ziyan eden; mektubu göndermeyi niyetlendiği kişiye nasıl hitab edeceğini bilemediği ( ya da kağıda yazmadan önce doğru hitabı seçmeyi beceremediği) için daha ilk satırda yüzünü -kirli, tiksindirici, ya da çok çirkin bir şey-e bakıyormuşcasına buruşturup, güzelim sayfayı asabiyetle parçalayan film karakterlerini oldum olası sevmeyişim de bu yüzdendir.
İlkokula giderken, ödevlerimizi yazdığımız tek çizgili defterlerimizin yanında mutlaka sarı yapraklı ve çizgisiz "müsvedde (karalama) defterleri"miz vardı. Kompozisyon biçiminde bir ödev hazırlanması gerektiğinde önce bu defterde düşünür taşınır, yazar çizer, ekler eksiltir, sonra ödev defterine (ya da dosya kağıdına) temize çekerdik. Ödev defterlerinden tek yaprak koparılmaz, hatta sayfaların köşeleri kıvrılmasın diye, yazılı sayfalar bir araya getirilip ataçla tutturulurdu.
Mektup yazacağım zaman ise saman kağıdına mektubun müsveddesini hazırlar, sonra altına tek çizgili dosya kağıdı yerleştirdiğim çizgisiz mektup kağıdına dolmakalemle geçirirdim. Hatırlamıyorum  taslak hazırlamadan mektup yazmaya ne zaman başladığımı..

İlk bilgisayarımı 1992 yılında edindiğimde en çok hoşuma giden, tüm düzeltmeleri hiç kağıt kullanmadan yapabilmek, boş yere hiç kağıt harcamamaktı. ( Lisans ve yüksek lisans tezlerini daktiloda yazmış biri olarak, doktora tezimi bilgisayarda yazmanın rahatlığı ve kolaylığını da unutmuyorum elbette.)


Şimdi dolmakalemle defterlere yazmanın, ya da el yazısı (müsveddesiz) mektuplarıma dönmenin mutluluğunu hiç bir yazma yöntemine değişmem. Diyebilirim ki "sarı saman kağıdından üretilmiş" 60 yapraklı karalama defterlerimin yerini yıllar sonra bilgisayar aldı; bu yüzden  "bir fincan yasemin çayı"ndaki yazılarımı, "köstekli takvim saati" denemelerimi ve "oradakine" serisini dolmakalemle ayrı ayrı defterlere el yazımla geçirmeliyim mutlaka.
Anneciğimin ilkokul, ortaokul ve lise defterlerini her okuyuşumda duyduğum tarifi imkânsız heyecan ve hüzünü, yazdıklarımı seven ve sevecek olan birileri de tatmalı günün birinde. 

Yazıyı, yazan elin değdiğini bildiğiniz bir defterden okumanın mutluluğu, sizin için örülmüş bir atkıya sarınmaya, yüzünüzü yün yumuşaklığına gömdüğünüzde her bir ilmeğe işlemiş parmak uçlarının dokunuşunu hissetmeye benzer zira.

hk, 9.7.2011

*Uğramadığım süreçte " bir fincan yasemin çayı"nı izleyenlerin / okuyanların sayısı yirmisekize ulaşmış, şaşırdım ve mutlu oldum.

8.7.11

kış bahara, bahar yaza dönerken...


Mart ayında yazmışım en son, kısacık, hem de bir dostumun cümleleriyle, sadece.

Uzun suskunluklar girebiliyor araya, yaşam olmadık meseleler / anlamsız kişiler / incir çekirdeğini doldurmayan dertlerle öyle yoruyor ki zaman zaman, ne yazmaya / ne düşünmeye / ne de heveslenmeye mecali kalıyor insanın. Binaların cephesini kaplayıp, sıvayı, tuğlayı, harcı yavaş yavaş kemiren sarmaşıklarınki gibi bir istila; ne zihniniz ne ruhunuz dinginleşebiliyor. Hele benim gibi - zor yazan biri - için, akıl almaz bir külfete dönüşüyor cümleleri kurmak. Sonra bir de " yazmaya değer bir hal, bir yer, bir mesele" bulamamak sıkıntısı; bu sıkıntının olmadığı, " ah bir yazsam" dediğim zamanlarda da o sarmaşık ve sırnaşık iç yorgunluğu.

Bu yazının resmi Kopenhag'daki Ulusal Müze'den ( 22-27. Mayıs arasında Kopenhag'da idim, katıldığım sempozyum bu müzede gerçekleştirildi ) Pek çok benzeri British Museum'da, Louvre Müzesi'nde ve kuşkusuz Kahire Ulusal Müzesi'nde de görülebilecek bir eski Mısır maketi. Ahşaptan yapılmış, boyanmış, Mısır'daki günlük yaşamı betimleyen bir sahne.. Neden bu yazıya eşlik ediyor ?, diye geçiyorsa aklınızdan, hemen söyleyeyim: Önceki akşam, uzun zaman önce sözünü verdiğim bir mektubu yazarken farkettim ki, ben ailemin bu dünyada anımsanmasını, bilinmesini sağlayabilecek son kişiyim. Ben de onlarla buluşunca onlardan bana kalan ne varsa, - beni çok iyi bilen ve tanıyan herkes için bile - herhangi bir eşyaya, mektuba, fotoğrafa dönüşecek; zira o nesnelerle, belgelerle ilgili öyküler de benimle birlikte dilsizleşecek.

Bir firavun akrabasının mezarında bulunmuş şu ahşaptan maketteki insan figürlerine ilham kaynağı olan insancıkların isimleri, hayatları, yaşları, aileleri, varlıkları artık ne kadar belirsiz ise, gün gelecek ( ki, bu günün gelmesi için yüzlerce yıl geçmesi de gerekmeyecek ) ailemin ve benim de isimlerimiz, öykülerimiz, izlerimiz soluklaşıp, giderek daha da silikleşecek ve çok geçmeden yeryüzünden tamamen yok olacak...

Bildiklerimi / anımsadıklarımı, öğrendiklerimi, ailemden bana miras bırakılıp da, henüz benim bile keşfetmeye vakit bulamadıklarımı belgelemek, yazmak, kitaplaştırmak isteğim bu yüzden diğer tüm sorumluluklarımı önemsiz kılıyor artık. Zira kişinin hayattaki öncelikleri, kendine biçtiği işler, konumlar; edindiği görevlerin önem sıraları değişiyor zamanla. Değişiklikleri reddetmek imkansız, onlara ayak uyduramamak ise sürmekte olan yaşamı mutsuz, sıkıntılı ve hatta dayanılmaz kılıyor.

Kimbilir belki de benim mesleğimin "koruma" olması bir raslantı değildi en başından beri. Bir hazırlıktı bugüne değin yaptıklarım, başardıklarım. Hatta - kalemimin kuvvetli olması da - bir tesadüf değil muhtemelen; toza toprağa karışmayacak denli değerli ve şimdilik sadece bana ait olan aile mirasının - benden sonra da var olabilmesi - için verilmiş yetenek ve beceriler hepsi.

Böyle düşününce iyi hissediyorum kendimi, iyi hissetmeyi özlediğim için olsa gerek sık sık bunları düşünüyorum.

hk, 8.7.2011

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü