Eric Joisel'in origami grubu: "Lord of the Rings" (Gimli the Dwarf, Legolas the Elf, Aragon the Human Kind)
Lord of the Rings kitaplarını okuma teşebbüsümün üstünden çok sene geçti, karmaşık hikayeler, kimin kim olduğunu anımsayamadığım kalabalık kahramanlar tarafından yaşanılıp, anlatılınca aklım karışıyor; okurken yorulmayı sevmiyorum. Yine de tesadüfen bulduğum ve origami ustası Eric Joisel'in işi olan resimdeki roman kahramanları aklımı başımdan aldı; kağıdı ustalıkla katlamanın, bükmenin, kıvırmanın, hatta buruşturmanın cazibesine kapıldım. Hayal gücünün, yaratıcılığın, belleğin, parmakları kullanma becerisinin, sabır ve yetenekle bileşimi olan bu kağıttan heykelcikler, gündelik yaşamda tükettiğimiz, yırttığımız, öğütücüye gönderdiğimiz, top yapıp çöp sepetine fırlattığımız kağıtlara ne kadar yazık ettiğimizi düşündürdü bana. Sinema filmlerinde yazı masasının başına oturup, yazmayı beceremediği tek bir mektup için dünya kadar kağıdı ziyan eden; mektubu göndermeyi niyetlendiği kişiye nasıl hitab edeceğini bilemediği ( ya da kağıda yazmadan önce doğru hitabı seçmeyi beceremediği) için daha ilk satırda yüzünü -kirli, tiksindirici, ya da çok çirkin bir şey-e bakıyormuşcasına buruşturup, güzelim sayfayı asabiyetle parçalayan film karakterlerini oldum olası sevmeyişim de bu yüzdendir.
İlkokula giderken, ödevlerimizi yazdığımız tek çizgili defterlerimizin yanında mutlaka sarı yapraklı ve çizgisiz "müsvedde (karalama) defterleri"miz vardı. Kompozisyon biçiminde bir ödev hazırlanması gerektiğinde önce bu defterde düşünür taşınır, yazar çizer, ekler eksiltir, sonra ödev defterine (ya da dosya kağıdına) temize çekerdik. Ödev defterlerinden tek yaprak koparılmaz, hatta sayfaların köşeleri kıvrılmasın diye, yazılı sayfalar bir araya getirilip ataçla tutturulurdu.
Mektup yazacağım zaman ise saman kağıdına mektubun müsveddesini hazırlar, sonra altına tek çizgili dosya kağıdı yerleştirdiğim çizgisiz mektup kağıdına dolmakalemle geçirirdim. Hatırlamıyorum taslak hazırlamadan mektup yazmaya ne zaman başladığımı..
İlk bilgisayarımı 1992 yılında edindiğimde en çok hoşuma giden, tüm düzeltmeleri hiç kağıt kullanmadan yapabilmek, boş yere hiç kağıt harcamamaktı. ( Lisans ve yüksek lisans tezlerini daktiloda yazmış biri olarak, doktora tezimi bilgisayarda yazmanın rahatlığı ve kolaylığını da unutmuyorum elbette.)
Şimdi dolmakalemle defterlere yazmanın, ya da el yazısı (müsveddesiz) mektuplarıma dönmenin mutluluğunu hiç bir yazma yöntemine değişmem. Diyebilirim ki "sarı saman kağıdından üretilmiş" 60 yapraklı karalama defterlerimin yerini yıllar sonra bilgisayar aldı; bu yüzden "bir fincan yasemin çayı"ndaki yazılarımı, "köstekli takvim saati" denemelerimi ve "oradakine" serisini dolmakalemle ayrı ayrı defterlere el yazımla geçirmeliyim mutlaka.
Anneciğimin ilkokul, ortaokul ve lise defterlerini her okuyuşumda duyduğum tarifi imkânsız heyecan ve hüzünü, yazdıklarımı seven ve sevecek olan birileri de tatmalı günün birinde.
Yazıyı, yazan elin değdiğini bildiğiniz bir defterden okumanın mutluluğu, sizin için örülmüş bir atkıya sarınmaya, yüzünüzü yün yumuşaklığına gömdüğünüzde her bir ilmeğe işlemiş parmak uçlarının dokunuşunu hissetmeye benzer zira.
hk, 9.7.2011
*Uğramadığım süreçte " bir fincan yasemin çayı"nı izleyenlerin / okuyanların sayısı yirmisekize ulaşmış, şaşırdım ve mutlu oldum.