Aklımdan, başımdan, içimden geçenleri; hatırladıklarımı, unutmak istemediklerimi, hasretini çektiklerimi, izlenimlerimi yazıyorum..
8.7.11
kış bahara, bahar yaza dönerken...
Mart ayında yazmışım en son, kısacık, hem de bir dostumun cümleleriyle, sadece.
Uzun suskunluklar girebiliyor araya, yaşam olmadık meseleler / anlamsız kişiler / incir çekirdeğini doldurmayan dertlerle öyle yoruyor ki zaman zaman, ne yazmaya / ne düşünmeye / ne de heveslenmeye mecali kalıyor insanın. Binaların cephesini kaplayıp, sıvayı, tuğlayı, harcı yavaş yavaş kemiren sarmaşıklarınki gibi bir istila; ne zihniniz ne ruhunuz dinginleşebiliyor. Hele benim gibi - zor yazan biri - için, akıl almaz bir külfete dönüşüyor cümleleri kurmak. Sonra bir de " yazmaya değer bir hal, bir yer, bir mesele" bulamamak sıkıntısı; bu sıkıntının olmadığı, " ah bir yazsam" dediğim zamanlarda da o sarmaşık ve sırnaşık iç yorgunluğu.
Bu yazının resmi Kopenhag'daki Ulusal Müze'den ( 22-27. Mayıs arasında Kopenhag'da idim, katıldığım sempozyum bu müzede gerçekleştirildi ) Pek çok benzeri British Museum'da, Louvre Müzesi'nde ve kuşkusuz Kahire Ulusal Müzesi'nde de görülebilecek bir eski Mısır maketi. Ahşaptan yapılmış, boyanmış, Mısır'daki günlük yaşamı betimleyen bir sahne.. Neden bu yazıya eşlik ediyor ?, diye geçiyorsa aklınızdan, hemen söyleyeyim: Önceki akşam, uzun zaman önce sözünü verdiğim bir mektubu yazarken farkettim ki, ben ailemin bu dünyada anımsanmasını, bilinmesini sağlayabilecek son kişiyim. Ben de onlarla buluşunca onlardan bana kalan ne varsa, - beni çok iyi bilen ve tanıyan herkes için bile - herhangi bir eşyaya, mektuba, fotoğrafa dönüşecek; zira o nesnelerle, belgelerle ilgili öyküler de benimle birlikte dilsizleşecek.
Bir firavun akrabasının mezarında bulunmuş şu ahşaptan maketteki insan figürlerine ilham kaynağı olan insancıkların isimleri, hayatları, yaşları, aileleri, varlıkları artık ne kadar belirsiz ise, gün gelecek ( ki, bu günün gelmesi için yüzlerce yıl geçmesi de gerekmeyecek ) ailemin ve benim de isimlerimiz, öykülerimiz, izlerimiz soluklaşıp, giderek daha da silikleşecek ve çok geçmeden yeryüzünden tamamen yok olacak...
Bildiklerimi / anımsadıklarımı, öğrendiklerimi, ailemden bana miras bırakılıp da, henüz benim bile keşfetmeye vakit bulamadıklarımı belgelemek, yazmak, kitaplaştırmak isteğim bu yüzden diğer tüm sorumluluklarımı önemsiz kılıyor artık. Zira kişinin hayattaki öncelikleri, kendine biçtiği işler, konumlar; edindiği görevlerin önem sıraları değişiyor zamanla. Değişiklikleri reddetmek imkansız, onlara ayak uyduramamak ise sürmekte olan yaşamı mutsuz, sıkıntılı ve hatta dayanılmaz kılıyor.
Kimbilir belki de benim mesleğimin "koruma" olması bir raslantı değildi en başından beri. Bir hazırlıktı bugüne değin yaptıklarım, başardıklarım. Hatta - kalemimin kuvvetli olması da - bir tesadüf değil muhtemelen; toza toprağa karışmayacak denli değerli ve şimdilik sadece bana ait olan aile mirasının - benden sonra da var olabilmesi - için verilmiş yetenek ve beceriler hepsi.
Böyle düşününce iyi hissediyorum kendimi, iyi hissetmeyi özlediğim için olsa gerek sık sık bunları düşünüyorum.
hk, 8.7.2011
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder