17.1.09

Akide mektubu II


Yeniden Mırrrrrrrrrhabaaaaaaa,

Cicciannem bugün tabağıma kılçıksız hamsi lokmaları koyarken dedi ki, "Daha ilk mektubun ama kendine beş okur edindin Akide, ben bile bu kadar zamandır yazıyorum, senin kadar ilgi göremedim".. O böyle deyince içim "cızzzz" etti, -kadıncağız boşuna mı oturuyor o kadar saat o ışıklı kutunun başında, parmakları, bilekleri ağrıyana kadar yazıp duruyor- diye içlendim doğrusu. Bu yüzden sıcak hamsilerin sadece beşte birini indirdim mideme, keyfim de iştahım da kaçtı birden.


Ama yine de sırayla Bediş'e, Bediş'in annesi Kekik Teyzeme, Erdem'e, Erdem'in annesi Demet Teyzeme ve Hülya Ablama en tatlı bakışlarımla bakıp, sıcacık patilerimle yanaklarını okşuyorum.


Son haberlerim ise şöyle: Evde keşfedecek yerler olduğunu bilsem de, kapıları hep kapalı tutulduğu için şimdilik sadece salon, mutfak ve kendi odamın kıyı köşesini gezebildim. Hatta geçen hafta bu keşiflerimden birini yaparken, mutfak dolabının altında mahsur kaldım. Korkudan sesimi de çıkaramadım, ama cicciannem çok akıllı kadın; beni ortada göremeyince adımı seslenmeye başladı. Ben de "viyk, viyk, viyk" diye bağırıp yerimi belli ettim, beni çekmecelerin altından çıkarabilmek için öyle çok uğraştı ki. Galiba onu da korkuttum biraz, bir sürü laf işittim çıkarıldıktan sonra.


Cicciannemin yemeklerinden tattınız mı bilmem... Bana şahane mamalar hazırlıyor; ciğerli, sebzeli, balıklı, paparalı, yoğurtlu, tavuklu ... İki hafta önce gittiğimiz beyaz gömlekli adam "evde kendi hazırladığınız taze mamaları vermeyi tercih edin" demişti, ama ciciannemin tüm kedili arkadaşları "kuru mama" diye ısrar ediyorlar. Cicciannemin de aklı karıştı, bana kalırsa ciğerleri / balıkları / tavukları lüpletmek pek güzel aslında..


Dün gece cicciannem bana bir de çıngıraklı kolye taktı, çıkarmak için parende attım / amuda kalktım / geri geri tepindim ama bana mısın demedi.. Şimdi nereye gitsem "çınnn çınnnn çınnnn" diye ses çıkarıyorum, cicciannem de geldiğimi anlıyor. Galiba bunu en çok da salonda uzuuuuun bir sopanın ucunda, süslü ve telden bir kutunun içinde oturan sarı kuşla samimi olmamı (!) istemediği için yaptı. Zira ne zaman o sopanın dibine gitsem, ya da kanepeye tırmanıp sarı kuşu seyretmeye başlasam, ciciannem beni yanına çağırıyor.


Şimdi kucakta evdeki öbür ışıklı kutuyu seyretmeye gidiyorum, içinde küçük boylu büyük insanlar konuşuyor, oraya nereden girmişler, cicciannem kutunun ışığını kapatınca nereye gidiyorlar anlamadım gitti. Hem belki cicciannem yün örer, ben de şişlerin kırmızı boncuklarıyla oynar, yün çekiştirir, biraz eğlenirim.


Yine yazarım söz. Herkese sarı kuşlu rüyalarrrrrrrrrrrrrr.


Mırrrrrrrrrrrrrrrr, mırrrrrrrrrrrrrrrr, mırrrrrrrrrrrrrrrrrrr...


AKİDE, 17.I.2009

bulutların üstünde bir yazı



"bulutların üstüne ne zaman çıksam orada kalmak istiyorum", yeryüzü ile ilişkimin tamamen kesilmesinden, coğrafyanın ve yerleşimlerin görünmez olmasından müthiş bir huzur duyuyorum. yaşamın bir kapsül içinde ve üzerinde yaşlandığımız gezegenin tüm varlık ve yokluğundan yalıtılmış bir biçimde sürmesi içimi rahatlatıyor; orada ne ayrıldığım / ne de vardığım şehir ya da ülkeye ait değilim zira. bu özgür ve yalnız olma halinin bir sonraki aşaması gibi: ruhun durulması / aklın sakinleşmesi / düşüncelerin dinmesi / endişelerin ötelenmesi / beklentilerin silinip gidivermesi...

"ne zaman bulutların üstüne çıksam orada kalmak istiyorum" cümlesinin "mutluluktan" ve "bu mutluluğun bitmesini istemeyen biri tarafından" söylenmiş olduğunu düşüneceğinizi bildiğim , oysa gerçek böyle olmadığı için yazdığım bu paragraf, uzun bir metinin girişi de olabilir pekala. o metini şimdi yazamayacağımı hissettiğim, ancak "yalıtılmışlık arzusu"ndan da kurtulamadığım için deyiverdim, hepsi bu.

zira sepetine bir çok ağır kum torbası bağlanmış, yeryüzünde zorla tutulan bir balon yolcusuyum uzun zamandır.

hk, 17.I.2009

15.1.09

Akide mektubu I.



Mıııııııııııııırhaba mıııııııııııııııııııırhaba mıııııııııııııııııııııırhaba,

Artık yasemin çayı demleyecek kadar akıllandığımı söyledi cicciannem, ben de buna çok memnun oldum; zira ikide bir üstü kitap ve defterlerle dolu masasının başına oturup, bu ışıklı kutunun önünde duran siyah düğmelere parmakları ile dokunarak yaptıklarını hayranlıkla izlerken, "sira ne zaman bana gelecek?" diye merak ediyordum. Doğrusu bir aydır yaşadığım evimde yaptıklarımı, gördüklerimi, keşfettiklerimi, gezmeye gittiğimde başıma gelenleri anlatmak için sabırsızlanıyordum.


Herşeyden önce şunu bilin ki cicciannemle harika vakit geçiriyorum (beni doğuran annemle çok az birlikte olabildim, ben doğduktan bir buçuk ay sonra mahalledeki küçük insanlardan biri beni annemden ayırıp evine götürdü. Ama orada cicciannemin evine geldiğim zamanki gibi karşılanmadım, üstelik de hasta olduğum için kakamı tutamayıp yere yapıverince, evin cadısı kulağımdan tuttuğu gibi çöp bidonuna atıverdi beni. Oradan çıkmam pek kolay olmadı, bütün gün içinde hapis kaldıktan sonra gecenin bir vakti, burnunun altında kocaman kara bıyıkları olan bir insan beni ensemden tuttuğu gibi dışarı çıkardı, sonra da bidonun içindeki torbaları kocaman, çok gürültülü sarı bir devin ağzına atıverdi. Bunları görünce arkama bile bakmadan kaçtım tabii, ne olur ne olmaz.. Derken beni yine küçük insanlar gördüler, bir bahçede süt verdiler, ama hava çok soğuktu, ben tir tir titriyordum, sürekli de altıma kaçırıyordum. İşte o akşam ciciannem elinde torbalar evine gelirken, çocuklar ondan yardım istediler. O da sokakta bakılamayacağımı söyleyip, beni kucağına aldı, göğsüne bastırdı ve şimdiki evime getirdi.). Şahane yemekler yiyorum, kendime ait bir odam bile var, akşamları iyice hoplayıp zıplayıp, odadan odaya koşuşturduktan sonra ciciannemin kucağında sırtüstü yatıp uyuyorum.


İki hafta önce cicciannem beni gezmeye bile götürdü ( gezmeye giderken bir kazağı ile kundakladı beni, sonra da kabanının içine / göğsünün tam üstüne yerleştirdi, sadece başım dışarıda kaldı). Önce güzel ve çok büyük bir odaya gittik ( bizim evin salonundan bile büyüktü), orada bir sürü bitki, güzel deri koltuklar, yere kadar inen bir de pencere vardı. Ciciannem herşeyi düşünmüş, çiş kumumu / mamamı / fok balığı biçimindeki oyuncağımı da yanında götürmüştü. Oradaki insanlar beni çok sevdi, başımı okşadı, seslerini inceltip tatlı tatlı konuştular benimle.

Öğleden sonra yine sarıp sarmalanıp otomobille başka bir yere götürdü cicciannem ile arkadaşı . Orada bir sürü güleryüzlü, beyaz gömlekli genç insan vardı. Bana bir dosya açtılar, sonra bir odaya alıp oramı buramı mıncıkladılar, dişlerime / kulaklarımın içine / karnıma baktılar. İçlerinde en bilgili görünen tırnaklarımı kesti, sonra cicciannem beni oraya götüren amcanın kucağına verip, bir yere gitti. Geldiği zaman elinde bir torba vardı, torbadan çıkardıklarının hepsi benim içinmiş. Önce ağzıma bir hap koyup susuz yutturdular; derken enseme / tüylerimin arasına bir şey sürdüler / ardından da popoma iğne yaptılar. Ama ben hiç bağırmadım, huysuzluk etmedim, tırmık da atmadım. Derken tartıya koyup tarttılar, 1 kg. geldim. Beyaz gömlekli, bilgili adam benim en fazla 1.5 aylık olduğumu söyledi cicianneme. Sonra cicciannem bir de küçük deftercik çıkardı çantasından, beyaz gömlekli adam sayfalarını doldurdu tek tek. O defter benim kimliğim, pasaportum değil miymiş... Akide K. olarak kaydedildim oracıkta.
Derken o yerin içinde bir küçük mağazaya gittik; cicciannem bana pek hoş bir çanta ev aldı oradan, kapısı, tepesinde iki tane kapağı, içinde yumuşacık minderi bile var. O kocaman odaya dönerken yine de cicciannemin koynunda yolculuk ettim, ama oraya varır varmaz yeni evimin içine girip oturdum, pek rahattı doğrusu.

Beyaz gömlekli adamın verdiği ilaçlar iyi geldi bana, artık altıma kaçırmıyorum, aksırmıyorum, yemeklerimi iştahla yiyorum. Yakında yine gidecekmişiz beni mıncıkladıkları o yere, cicciannem "aşılarını olacak benim oğlum" deyip duruyor günlerdir.

Şimdilik bu kadar yeter, patilerim ağrıdı düğmelere dokunmaktan.. Karnım da acıktı. Cicciannem bir an önce gelse de oyun oynasak hem, yaz yaz nereye kadar.


Mırrrrrrrrrrrrrrrrrr, mırrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr, mırrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr....


AKİDE, 15.ı.2009


Akideli mektuplar için giriş notu

13. Aralık. 2008, Cumartesi akşamı çok zayıf, çok üşümüş, çok hasta bir halde karşıma çıkan "kedicik", iki gün sonra "AKİDE" ismini alıp benimle birlikte yaşamaya başladı. Bundan böyle "bir fincan yasemin çayı"nın yazarı olarak karşınıza çıkacak, evindeki ve gezmeye gittiği yerlerdeki izlenimlerini size "kedi gözüyle / kedi diliyle" anlatacak, sakın şaşırmayın...
AKİDE'yi bana anneciğimin gönderdiğine inanıyorum; zira ben ne zaman İzmir'e babaevine gitsem, anneciğim beni çok özlediği için evin içinde peşimde dolaşmaya başlar, hatta banyonun kapısına kadar gelip, elimi yüzümü yıkarken koridorun duvarına dayanıp beni seyreder, sonra da "aaaaaaaa, ben yine kedi gibi çocuğun peşinde dolaşmaya başladım", diyerek kıkırdar ve babacığımın yanına giderdi. AKİDE evin içinde nereye gitsem peşimden gelmekle kalmıyor, banyoda olduğum zamanlarda kapının daracık eşiğinde top gibi oturup, beni bekliyor.
AKİDE'nin bana "uğur" getirmek, ruhumu ve kucağımı, ellerimi ısıtmak için geldiğine, bana "can yoldaşı" olmak üzere karşıma çıktığına inanıyorum. "bir fincan yasemin çayı"nda "akideli öyküler"e hazır olun bu yüzden; ona en sevdiğim şekerin adını vermem boşuna değil!
hk, 15.1.2009


baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü