I. ... hangi tuşa, ne uzunluk ve şiddette, ne zaman basacağını bilen ellerdi onunkiler; gün boyunca yaptığı işlerin yorgunluğunu ve sıradanlığını inkâr ederdi piyano çalarken. Sümbül ve nergis kokan kış günleriydi. Ufacık bir kız çocuğuydum. Siyah ve vakur konsol piyanonun kapağı açılır, kapağın iç kısmındaki menteşeli küçük raf indirilir, bu incecik rafa nota kitabi yerleştirilirdi. Hafif ve daima İstanbul’u anımsatan kâfuru kokusu gelirdi içinden. Tuşların üzerini kaplayan yünlü, ince uzun bir örtü, kenarları siyah çizgili, kırçıllı.
Çocuk aklım derdi ki: “Tuşlar piyano çalınmadığı zaman üşümesin.”
II. Kimi tuşları kaplayan incecik fildişi rengi plakaların üstünde yalnızca benim sezebildiğim izler vardi: Hafif hareler, minyatür ırmaklar, rüzgara kapılıp giden bulut parçacıkları, dağ çiçeklerinin taç yaprakları, sanki. Notalar o izlere karşı gelir, ya da, benim tuşlar üzerinde sezebildiğim izler güzel sesler çıkarırdı.
III. Tuşlar piyanonun bana görünmeyen iç derinliğinde çapraz uzanan tellere dokunurdu. Birbiri ardına ve parmakların bilge telaşıyla inip kalkan onlarca ahşap çekiç... Uçlarına kuçuk keçe parçaları yapıştırılmış. Her çekiç darbesi bir heceydi; heceleyen, tuşa dokunan parmak; heceler birleşince duyulan sözcükleri aklımda tutmaya çalışırdım, sözcükler çoğalır, dinlediğim en güzel cümleleri kurardı. Başkalarının yazdığı kitapları okur gibiydi annem, yüksek sesle okur gibi, yazılanlar ne denli anlamlı / içli / neşeli / kederli / coşkulu olursa olsun, nasıl okunduğuydu can alıcı olan.
Annem okurken yazı olduğundan daha da güzelleşirdi.
IV. Nota kitabının yaslandığı piyanonun siyah mobilyasi, ince ve altın yaldızla işlenmiş girlandlarla bezeliydi. Artık olmayan şamdan kollarının zerafetini tamamlamak için belli ki... Hep o şamdanları, onlara konulacak mumların renklerini ( altın rengi, fildişi, tutun sarısı...); mum ışığının notaları aydınlatmaya yetip yetmeyeceğini; mum damlacıklarının şamdanın küçük kasesinden taşıp tuşlara akma ihtimalini düşünürdüm.
Bir de o mumların ışığında annemin yüzünün nasıl görüneceğini...
V. Anneme ait onlarca yüz ifadesi vardır çocukluğumdan anımsadığım, ama işte o’nun kendi kendisiyle / kendi öyküsel geçmişiyle / belleğindeki o en güzel anılarla buluşup, onlarla başbaşa kaldığı sayılı zamanların ifadesiydi benim belki de en sevdiğim: Piyano çalarkenki hali... Gozlerini iki mezur arasındaki anlık boşluklardan, hiç bitmeyecekmiş gibi uzanan nota satırlarından ayırmadan gülümseyen yüzü. Benim göremedigim yerleri / hiç bilmediğim bir yüzü seyrediyormuş gibi; hiç duyamayacağım sesleri dinliyormuş gibi hem de. Piyanonun yanındaki koltuğa kıvrılır, başımı yastığa dayar, gözlerimi ayırmadan onu izlerdim.
Ömrümün en huzurlu zamanları, ama kısacık...
VI. Piyanonun üstünde yerleri hiç değişmeyen fotoğraf çerçeveleri; küçük gümüş biblolar, melek kanatlari uçmaya hazir bir şamdan, anneannemin çok sevdigi ponpon tomurcuklu kuru çiçekler, siyah ahşap kutusunun içinde dilsiz bir metronom.
VIII. Piyano çalarken, sanki bütün bu ses dışı ayrıntılar, annemin bakmadığı, ancak o’nu izleyenin görebileceği nesneler; ışığın ıssızlaştırdığı gölgeler; mevsim çiçeklerinin rahiyasi; yastığın giderek ısınan pamuk yumuşaklığı; kıpırtısız gövdemin uğuşan dokuları... Hepsini, çocuk olmanın güçlendirdiği bilinç dışı sezgilerle birer birer kaydettim.
Diyeceğim, şimdi, annemin çocukluğuma piyano çaldığı o güzel yaş’a ulaşmışken, yazdığım ve söylediğim herşey bana o konsol piyanonun kıyısında öğretilmiştir.
IX. Ve belki de büyüdüğüm için, artık piyano çalmıyor annem.
hk, 3.4.2003
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder