8.4.09

Piknik


Zamanıdır artık pikniğe gitmenin, diyor bahar karşılaması yapmaya pek hevesli ruhum. Ama nereye gideceğini bilemiyor şimdilik. Eski piknikler mi özlediği, yoksa kendi pikniğini mi kurgulamak peşinde henüz ben de anlayabilmiş değilim.

Bulut rengi bir sabah, yağmur yağdı yağacak. Fincanda yapraklarını demleyen çay, zihinde demlenen anılar: Eski Foça, Aliağa, Bülbül Dağı, Kirazlı Yayla; mangalsız / dumansız / salıncaksız piknik gezileri. Annem, babam ve ben. Papatya ve gelincik tarlaları, kayalıkların arasında sapsarı ve inatçı katırtırnakları. Piknik sepetinin içinden çıkan yiyecekler. Babamın resim defteri, kahverengi cam ilaç şişesi içinde su, suluboya takımı, fırçalar, kurşun kalem.
Bizimkiler alışıldık / bildik pikniklerden değil: Yaşlı ve anaç bir ağacın ( incir, ceviz, zeytin) altında konuşmak / mektup yazmak / kır çiçeklerinin resimlerini yapmak / şekerlemeye dalmak / doğayı seyretmek / papatya toplamak / gelinciklere sadece hayran olmak / kış solgunluğunu gidermek / "kır havası almak" için çıkılan birer yolculuk...
Eve dönerken, annemle babamın mırıltıya dönüşen konuşmalarını duyarak ve arka camın içine konulan biri büyük (anneciğiminki), biri küçük (benimki) papatya demetlerinin kokusunu içime çekerek uyuyakalırdım.
Piknik dönüşü evde demlenen çayın kokusu, "bir günlük ve tam zamanlı birlikteliğin" işareti olarak vazoları dolduran kır çiçeklerinin rahiyasına karışır, ertesi günün Pazartesi oluşu vız gelirdi.

Bir piknik sepetinin içinden neler çıkmalı?, sorusuna vereceğim yanıt, o zamanın "aile" geleneklerini çok zorlamasa da, anneciğimin listesinde yer almayan yiyecek-içecekler olacağı kesin. Pikniğin amacı "yemek" olmamalı aslında, -kırların, ağaçların, çiçeklerin, toprağın ve gökyüzünün yüreğinde nefes alır verirken-, bu var oluşun tadını çıkarmalı. Küçük bir soğutucu içine yerleştirilmiş meyveler, biraz peynir ve bir şişe beyaz şarap. Piknik sepetinde şarap kadehleri, tabak ve çatal bıçak, peçeteler; bu listeyi biraz evcilleştirecek -peynirli küçük börekler, sadece limon ve zeytinyağı ile tatlandırılmış patates salatası-.
Çocukların da katılacağı bir piknik için, soğutucuya meyve suyu / su ve köfteli sandviçler eklemek yetecek.

Yağmurlu ve serin bir bozkır şehrinde kurduğum bu düşler ne zaman, nerede gerçekleşir bilmiyorum; ama sabırla bekliyorum.
Bahar ağaçlarının altında bir piknik için "pembe -petit- kare" astarlı bir sepet hayal ettim. Şarabın pembe olması şart değil; asfalt / kaldırım / trafik lambaları / binalar / taşıt araçları / kalabalık olmasın yeter...


Bir de unutmadan: Gelincikler koparıldılar mı hemen solar / yapraklarını dökerler, bu yüzden en iyisi onları kırda bırakmak / izlemektir. Papatyaların taç yapraklarını sevgisinden emin olamadığınız kadın / adamlar için yolmak ise, düşünebilme yeteneğinden yoksun bırakılmış bitkilerin dahi kabullenemeyeceği bir akılsızlıktır.

Cengiz usta'nın ezberimdeki şiiri ile bitiriyorum "piknik" hayalimi :

gibi *

bir damla ile seviştiniz mi
bir papatya ile ya da
sarı tozlar dudaklarınızda

hk, 8.4.2009

* Cengiz Bektaş, Zeytinli Fırın Sokağı, Cem Yayınevi 1981

2 yorum:

dgül dedi ki...

"Pikniğin amacı "yemek" olmamalı aslında, -kırların, ağaçların, çiçeklerin, toprağın ve gökyüzünün yüreğinde nefes alır verirken-, bu var oluşun tadını çıkarmalı."...
Cümlenizin bilhassa ikinci bölümü üzerinde dalıp gittim ben de, piknik anılarım ve hayallerimle ve benim de “bahar karşılaması yapmaya pek hevesli ruhum” ile (ki ne içten, ne güzel bir tanımlamadır bu böyle…).
Nasıl, yaşamın ya da şöyle diyelim, dış dünyayla tanışmanın ilk belirtisi/beklentisi “nefes almak” ise ve alınan o ilk nefesle birlikte, orada, o an’a tüm tanıklık edenlerce derin bir “Oh” çekilirse; her yeni gelen baharın da, her seferinde doğaya o ilk nefesin tazeliğini getirdiğini düşünürüm ben hep…
İrili-ufaklı üzüntüler ya da hayal kırıklıklarıyla, nefesimizi hep tutar gibi tükettiğimiz gündelik yaşamımızda, aslında hep o “var oluşun”, “nefes alıyor oluşun” kıymetini bilip, hak ettiğince tadını çıkarmak gerek, çok yalın ve anlamlı bir biçimde söz ettiğiniz gibi…
Her –yeni- bahar, bunu yeniden hatırlamak, yeniden görmek, yeniden yaşamak için bizim önümüze sunulmuş en eşsiz armağandır belki de…
Benim de, çocukluğumun en tatlı anıları arasında yer alan o güzelim bahar pikniklerinin, ta o zamanlardan, bu ve benzeri, kendimle / sevdiklerimle / doğayla / hayatla –olabildiğimce- barışık olma tohumlarının ruhuma ekilmesine de, çokça vesile olduğuna inanıyorum düşününce.
Neden kendi çocuğuma da ileride benim gibi hoş hatırlayacağı, bolca "piknik anıları" bırakamadığımı düşünmekteyim –şimdi- bir taraftan da. Ve de "bir günlük ve tam zamanlı birlikteliğin" işareti olarak vazoları dolduran kır çiçeklerinin rahiyasına karışır, ertesi günün Pazartesi oluşu vız gelirdi." cümlenizi. Esas olan oradaki o doğanın tazecik nefesini hem kendinizle hem de sevdiklerinizle birlikte almak olmalı sanıyorum, ki ruhlara kalan ve de hep biriken, böylesi güzel-kıymetli-anlamlı izler bıraksın, yaşamda hep karşılaşılabilecek zorlukların (Pazartesiler!…) bir şekilde üstesinden gelinebilecek çareler öğrenilebilsin…
Gelincikleri koparmadan, papatyaları kırmadan -sadece yanımıza bizimle gelmek için gözümüzün içine bakan, eşlikçilerini alarak-, piknik planları yapmaya başlamalıyım ben de, mutlaka oğlumla birlikte ve zamanı geçmeden…

hk dedi ki...

Pikniğe giderken:
1. Fotoğraf makinesi
2. Defter ve kalem
3. Kitap
4. Açlığı yatıştıracak kadar yiyecek ve su
5. Şapka

Bilgisayarın başından kaldırmalı çocukları, kaç çeşit çiçek / ot / böcek / ağaç var onları "görmelerini" sağlamalı, doğallaştırmalı herşeyi yeniden, bizim çocukluğumuzdaki gibi.

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü