Aklımdan, başımdan, içimden geçenleri; hatırladıklarımı, unutmak istemediklerimi, hasretini çektiklerimi, izlenimlerimi yazıyorum..
1.10.11
sonbahar günlüğü
Aslına bakarsanız hiç bir zaman günlük tutmayı beceremedim.. Sanırım yaşadığım her anı hatırlamak istemediğim, ya da çoğu zaman günün tortusunun zihnimde bıraktığı tadı sevmediğim için. Oysa ne zaman ciltli ve kurdelalı ( tercihen çizgisiz ) bir defter görsem, içine yazacağım binlerce cümleyi "o defteri" o güne dek bulamadığım için yazamamış hissine kapılır ve satın alırım. Bazılarının ilk bir kaç sayfası yazılmış ve sonra unutulmuş; diğerleri ise hiç kullanılmadan saklanmıştır. Oysa bir defterde biriktirilecek ne çok fikir, hayal, izlenim, gündüz düşü, dize, şiir geçer insanın içinden; gün onları üretir ve gökyüzüne saçar, farkedebildiği kadarını toplar zihin.
Sonbahar geldi. Ellerimin yaşlandığını ve giderek daha çok anneme benzediğimi farkettim. Erikli ve tarçınlı çay içiyorum, içinde tarçın olan her tat sonbahara yakışıyor ve kışı çağırıyor benim izlenimlerime göre. Ne zamandan beri böyle, hatırlamaya çalışıyorum: Sonbahar İstanbul'u çağrıştırıyor hep. Yıldız Parkı'nda sabah yürüyüşlerini, sararıp kızaran ağaç yapraklarını, küçük tahta köprüleri, yağmurların beslediği küçük dereleri, nemli toprak kokusunu.. Bir de hep özlediğim öbür şehrin, hep özlediğim park yalnızlığını. Sarı'yı tek başına sevmediğim halde, koyu portakal, şarap kırmızısı ve nefti yeşille bir araya geldiğinde, bu karışımın içindeki yerinden hoşnutluğum da sonbaharın marifeti olmalı. Kahverengi her zaman en sevdiğim, hele kestane rengi.. İstanbul'da ( ve gariptir ki Ankara'da da) sonbaharın en üretken habercileri at kestanesi ağaçlarıdır benim için; annemle en büyük at kestanesini bulma yarışına girerek yürüdüğümüz Bostancı sokakları, Emin Ali Paşa'dan istasyona doğru giderken birbirimize göstererek topladığımız o parlak, henüz yağmur yüzü görmemiş, toprağa bulanmamış at kestanelerinin avuçlarımı, ceplerimi, çantamın gözlerini dolduran güzel kahverengisi.
Sonbahar geldiği için mutluyum. Elma mevsimi. Bostancı'daki dede evinde, gardrobun içinde annemin yünlü kumaştan, çağla yeşili ve kahverengi ekose tayyörü ile kızıl kahve pardesüsü asılı , beyaz sabun ve naftalin kokuyorlar oradaki diğer eşyalar gibi. Eylül'de birden serinleyen mevsimi karşılamak için tedbir. Bir de uzun saplı, koyu bej şemsiyesi. Paragrafın tam burasında işte, " Annemle birlikte İstanbul'da olmayı nasıl özledim", diyebilmeliyim. Bu cümleyi kurduğum ve O'nu düşündükçe kederlendiğim için de kimseler kızmamalı artık bana.
Bir sonbahar günlüğü tutacağım, 1.Ekim ile 1.Aralık.2011 arası. Ama dediğim gibi, yaşadıklarımdan ziyade, içimden geçenler, izlenimler; kısa notlar, dizeler, anlık görüntüler halinde; hergün için de bir fotoğraf. Sessiz bekleyen defterlerimden birine, el yazımla ve dolmakalemle.
Sonbahar, ellerimin yaşlandığını ve Bostancı sokaklarında yalnız yürümek zorunda olduğumu bilir mi ki ?
hk, 1.10.2011
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
sonbahar bilir.
başka coğrafyalarda sonbahar başka olsa da,
hatta o coğrafyalar at kestanesi nedir bilmese de,
sonbahar bilir.
kimin elleri ne kadar yaşlanmış,
kim yalnız kim kiminle yürüyor,
sonbahar bilir.
Yorum Gönder