24.9.11

2006 - 2011 ya da "altıncı yıl, üçyüzyetmişikinci yazı"

"GECE ile BOYOZ", Kemal Beşgül

Altı yıl önce bugün bu deftere yazmaya başlarken aklımdan geçenleri  hatırlamaya çalıştım , oysa belleğim zayıftır benim. Unutmayı sevdiğimden belki de. Ya da unutmak istediklerimin anımsamaya değer bulduklarımdan nice oluşundan. Yaz bitiyor ve ben sonbaharın usul usul gelişini seyrediyorum. Bunaltmayan öğle vakitlerini, kestane ağaçlarının yapraklarındaki sararmayı, at kestanelerinin parlak kahverengileri ile yollara dökülmesini, yağmurları, pardesülü ve şemsiyeli günleri, çiçek tezgahlarındaki kasımpatıları, güneşin solgunlaşan ışığını seviyorum.  Önce geceleri serinliyor bu şehrin, sonra o serinlik sabahın erken saatlerine sürtünüyor uysal bir kedi gibi.

Uysal ve sokulgan ( ya da değil ) bir (ya da daha fazla)  kedi ile -süreli bir birlikteliğin farkında- ama yine de bunu düşünmemeye çalışarak yaşamak nasıldır öğrendim. O'nun benimle kalmaktan memnun, aramızdaki mesafeyi koruyarak ama hep göz göze gelebileceğimiz kadar yakın durarak birlikte yaşamaktan hoşnut olduğunu biliyorum artık. Geceleri yastığımın yanına kıvrılıp uyuyakaldığında rüyalarımızın birbirine karışacağını ve yataktaki yerini değiştirse de ben uyanmadan yanımdan asla gitmeyeceğini de biliyorum.

Bu deftere yazmaya başladığımda farklıydı hayat; tahmin edebileceğimden çok daha fazlasını deneyimledim geçen beş yıl içinde, acılanmanın hiç bitmediğini, sadece daha büyük bir ustalıkla gizlenebildiğini öğrendim; sabırla ve değiştiremediğim halleri kabullenerek büyük bunalımları atlatmayı becerebildiğimi, hatta bunu sadece kendim için değil, başkalarının iyiliğini de düşünerek yapabildiğimi farkettim.

O evdeyken ve benimle seyahat ederken ( tüm endişelenmelerime rağmen ) kendimi daha az yalnız hissettiğimi ve ikimiz konuşamıyor olsak da, pek çok insandan daha başarılı iletişim kurabildiğimizi anladım.

Aslında kendi kendime başedemeyeceğim hiç bir hal olmadığını, ancak arada sırada da olsa birilerinin beni düşünerek ve benim hayatımı kolaylaştırmak için çaba sarfetmesinden müthiş mutlu olabileceğime karar verdim. Üstelik başkaları için gereğinden fazla özveride bulunduğumu, kendi işimi gücümü bırakıp başkalarını mutlu etmek için sarfettiğim emek ve zamanın yarısını bile kendim için kullanmış olsaydım, daha az hırpalanarak yaşamış olabileceğimi anladım. Artık gerektiğinde sesimi yükseltebildiğimi ve istemediğim / hoşnut olmadığım durumlarda - hayır - diyebildiğimi biliyorum. Aklımı ve ruhumu huzursuz eden, beni üzen ve dikkatimi dağıtan kişi ve olaylardan uzak durmayı; belirsizliklere bir an önce son vermeyi, bekletilmeye izin vermeden yürüyüp gitmeyi de bu beş sene içinde öğrendim.

Sonbahar geldi yine. İkibinaltı yılından bu yana üçyüzyetmişbir kere yazmışım bu deftere, bu yazı üçyüzyetmişikinci olacak. "Yazdıklarımı okuyan olur mu?" merakına kapılmadım hiç, ama beni izleyen ( ve bunu kayıt altına alan ) kırkbir okuyucum olduğunu bilmek de hoşuma gitmiyor değil doğrusu. ( Bu defteri keşfettiğiniz ve okumaktan vazgeçmediğiniz için teşekkür ederim.)



Sonbaharın sakinleştiren ve insanı evcimenliğe çağıran bir dinginliği vardır, bana göre en güzel yazı mevsimidir. Yazının yazılacağı köşenin, o köşeye denk gelen duvara asılacak resimlerin, yazı yazılırken dinlenen müziğin, fincandan buharlanacak çay ya da kahve kokusunun, pencereden sızan ışığın, pencerenin içinde yapraklanan ev bitkilerinin ve yazı yazarken masanın üstüne atlayıp, gözlerini benden ayırmadan sessizce oturan ve bazen usulca uykuya dalan tekir kedinin yazılan ( yazılacak olan ) tüm cümlelerin kurgusunda, okuyucu tarafından anlaşılması imkansız bir etkisi vardır.

"Bir fincan yasemin çayı" ne güzel şiirdir.

Invitation for a cup of jasmin tea

Come in,
take off your sadness,
here you may be silent.

Reiner Kunze


Sonbahar nihayet. Artık sözcükleri demlemek zamanıdır.


hk, 24. Eylül.2011

Hiç yorum yok:

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü