Anneciğimle Erna Teyze'nin Graz'daki dağ evinde, 1989
"Eski fotoğraflara baktım, diyordu. Hani dijital olmayan, ince ince hesaplanarak / özenle / görüntünün net çıkması, kart üstündeki suretlerin tıpkı kendileri gibi görüntülenebilmesi için çaba harcanarak çekilen fotoğrafları kastederek söylüyordu bunu. Zarfların içinde biriktirilmiş eski fotoğrafları bulmuştu sanırım bir kutuda; orada olduklarından habersiz geçirdiği onca yıldan sonra, şimdi bir çoğunun nerede yaşadıklarını bilemediği insanların yıllar önceki suretlerine kavuşmuştu."
...
"Özlem, boş avuntuyu reddeden bilinçtir: ayrılışın acısını ılımlandırmaya çalışmadan, olduğu gibi yüklenen bilinç - ne kendini aldatmaya, ne başka bir şeyle acısını hafifletmeye, "teselli"ye yönelir: olduğu gibi kabullenir acıyı
- özlenen gitmiştir; şu anda yoktur; yarın da ne olacağı belirsizdir - pekâlâ, öyle olsun!...
Özlem katlanmasını bilen duygudur-
katlanabilen duygunun bilinci...
Özlem, katlanan bilinçtir.", Oruç Aruoba (Uzak, 1995)
...
Gün gelip sadece fotoğraflarımızdan gülümseyeceğimizi düşündüm elimde olmadan. Annemin şimdi bana gülümsediği gibi. Yüzlerce kartın üstünde sabitlenmiş ama yine de renkleri, ışığı solacak bir surete dönüşeceğimin farkındayım. Bu farkındalık yüzünden belki de, artık objektifin çemberiyle gözgöze gelmek istemiyorum. Zira bu biteceğini, aynı kalmayacağını, değişeceğini bildiğim "o biricik an"ın izi olarak belgelenecek. Oysa belgeler suretin sahibi gidince nasıl can acıtır ve o acıya katlanmasını öğrenmek nasıl bir bilinç ister biliyorum.
Ve işte kimseleri "eski fotoğraflarım"daki mütebessim suretimle acılandırmak istemiyorum...
...
İnsan sevgisi düşer birçok yüzün peşine,
Benim sevgim yalnızca tek bir yüz bildi;
Yalnızca sana akıyor sevgim,
Ve hızlı nehrin önüne geçti.
Bu sevgi burada iyi dilegelmişse,
İnce yeşim altında alevlenmiş alev gibi
Sevgi pırıldamalı bu tümcelerimin içinde.
E.Pound, Canzoni 1911, Canzon II ( Çev. Oruç Aruoba)
...
Sevdiklerim ne kadar uzakta artık / halâ ...
hk, 13.8.2011
2 yorum:
Bir yaprak gönder bana,
bir koruluktan koparılmış olsun,
hiç değilse evinden yarım saat öteden.
Sen oraya dek yürür güçlenirsin,
bense kalkar teşekkür ederim sana
o güzel yaprak için.... B. Brecht
Sevmek; tüm kalbiyle, ilelebet ve de her koşulda sevmek; ne büyük bir emekle büyütülen ve ne çok çaba ve fedakârlık isteyen bir birikimdir aslında... Sevilmeyi, "sizin gözünüzde" hak eden kişinin meziyetleri, yahut size duyduğu sevgi veya bahşettiği özveri değildir özünde sizi ona bağlayan; onun "var"lığıdır sadece... Ve o varlık; sevilmeyi hak edendir zaten; sorgusuz, sualsiz, nedensiz ve niçinsiz...
Özlem; sadece "sevilen"e karşı hissedilen bir duygu olduğuna göre; elbette, "katlanmasını bilen duygu" dur; tıpkı "severken" öğrenildiği gibi... Kendi iradenizle; "sevmekten" nasıl vazgeçemezseniz; özlemekten de aynen öyle; "bitti" yahut "azaldı" diyemezsiniz... Belki tam da burada, Aruoba'nın bahsettiği "bilinç" kavramı; tartışılabilir bence halen; bu yüzden...
Ama; sevmek nasıl zor ve de illâki nasıl güzelse; özlemek de öyle acı ve lâkin yine öylesine güzeldir bana kalırsa... Özlerken, sevginiz de dolaşır damarlarınızda; sızısını ne kadar duyumsatırsa; o kadar da sevileni yanınızda hissettirerek... Tezat gibi dursa da; böyledir bence; özlemleriniz kadar; belki daha da fazla, sevginiz birikmiştir zira yüreğinizde...
Fotoğraftaki gülümseyişleriniz, -bildiğimiz hissiyatla- acıtsa da içimizi; "o an" ve "o ana ait" sevgi; öylesine muhteşem ki; hiç sizleri tanımadan fotoğrafa bakan birileri dahi, "o andaki mutluluğa" eşlik ediyor aslında sizinle birlikte, zamandan bağımsız...
Güzel bir gülümseyişi ve onun ardında ışıldayan, her derde deva mucizevi enerjiyi, ne sarf etmekten, ne de siluetlere izini düşürmekten sakınmayalım bu yüzden... O anlar vardı ve bugün o anları özledikçe; ne mutlu ki görebiliyoruz yine, belleğimizin çok da altını üstüne getirmeden hem... Bu anlar ise; var ve bizi bekliyor... Hissedelim, tadını çıkaralım ve de yine bir gün "hatırlayalım" diye; not edelim kağıt siluetlere...
Sevgi; en az yüreğinizdeki kadar; "ışıl ışıl" tümcelerinizde...
Okuduğum cümlelerin ışıl ışıl olmasını çok arzu ederdim; ama gören, bilen ve nihayetinde yorumlayabilen ruhların mutlu olamadıkları bir dünyaya gelmişiz ve ölümle biten bu hasta olma halinin adına "yaşam" denmiş.
Zekâyı takdir etmek için zeki olmak, nezaketi takdir etmek için nazik olmak gerektiği gibi, "güzel"liği takdir edebilmek için de "güzel" olmak gerekiyor. Hani şu fransızların "aynı dalga boyunda olmak" deyişini kendimizce "aynı telden çalmak" olarak yetersiz bir şekilde çevirerek kastettiğimiz şekilde.
Güzelliğimizin güzelliğin takdir görmediği diyarlarda heba olması, hoyrat bedenlerin ve ruhların arasında acı çekmesinden mor bir kalp ağrısı ortaya çıkarak gölge gibi ruhun asla ayrılmayacak bir parçası oluyor. Kırılgan ruhlar kırgın, daha az kırılganlar sinirli oluyor.
- " Size kırgın değil, ama hayata! ".
Her "şey"e rağmen, bence neredeyse inanılmaz bir cesaret ve içtenlikle kaleme alınan bu cümlelere, -bu- kalbin sayısız yüz ifadelerine algımı teslim ederken hissettiklerim, anlatmayı istemeyecek kadar ..........
( hadi utanıp 'etkileyici' demeyeyim).
Finike' de bir otel odasında, bir fransız arkeoloji grubunun rehberi olarak yarın formda olmam gerekiyor; oysa ben uykumun kaçtığına neredeyse sevinecek haldeyim.
Beyinden gelen neredeyse hiç bir akla değgin hareketi, hayat külliyatımda bulamıyorum. Hatırladıklarımın tümü kalbimden gelen "mantıksız hareketler". Zihnin bizi mutsuz ya da simsiyah/ bembeyaz/ bomboş bıraktığı her anda sığındığım o "beyaz kaşlı" nın temenosu.
Şimdi hatırladım, bütün bunları daha önce yazmıştım ben!!
Şimdilerde sadece, mutlu olmaya çalışırken mutsuz etmemeye özen gösteriyorum.
13.9.11 1:29
Yorum Gönder