Geçtiğimiz hafta boyunca günler ondokuz dakika daha uzaya dursun, “çiçeklerin açılması, bülbüllerin ötmesi” diye yazdı takvim yaprağında. Çiçeklerden menekşe, şebboy, karanfil, margrit ve ayçiçeğinin fideliklere dikileceği; meyve ağaçlarından kiraz, armut, erik, zeytine aşı vurulacağı da söylendi. Oysa kentlerde yaşayanlar yüreği daralmış sokak aralarına, güneşsiz ve bulutsuz pencere önlerine, ıssız balkon boşluklarına takılıp kalmışlardı çoktandır. Bu yüzden parklarda, kırlarda, arsalarda ya da yıkıma direnen ev bahçelerinde çiçeklenen ağaçları görünce –kendi kendilerine- gülümsemeden edemediler.
Sonra yağmurlu günler yeniden başladı, yağmurun sesinden güzeli yoktu; bahar mı ağaçlara vermişti adını, agaçlar mı bahara bunu da zaten kimse anımsamıyordu. Yağmur, bizi kendimize gülümseten ağaçların beyaz ve pembelerini gölgelerinin içine döküverdi, Mart başında kaldırmaya heveslendiğimiz kışlıklar bedenlerimizde kaldı, ilkyazın birer minyatür figürü inceliğindeki ağaçları ise belleklerimizde...
Oysa yazılı ve resimli belgelere göre, Lale Devri saray kutlamaları ne mevsimlere, ne daracık ara sokaklara, ne de halkın yoksulluğuna aldırıyordu. Hiç bitmeyen bir bahar, yalnızca renkleri belirginleştirmesine izin verilen bir yağmur, belleklerde yer etmesi ve yüzyıllar sonra bile hayranlıkla anılması arzulanan bir şenlikti Sultan’ın iktidari.
1703-1730 yılları arasında hüküm süren III.Ahmed’in Lale Devri olarak da anılan dönemi Osmanlı’nın son rönesans hareketi olarak nitelendirilir. Olağanüstü kültürel bir canlanmanın yaşandığı bu devirde, en ünlü Osmanlı el yazması ressamı sayılan ve betimleriyle çağının ruhunu yansıtan Levni’nin başyapıtı “Surname-i Vehbi”de, Sultan III.Ahmed’in dört şehzadesinin 1720 yılında 15 gün - 15 gece süren sünnet şenliği minyatürlerle anlatılmıştı. Bu görkemli saray şenliğinin Sultan’a sunulmak uzere hazırlanan “resimli öyküsü” 175 sayfa olup, 137 resim içerir. Biri dışında tüm resimler karşılıklı iki yaprak olarak düzenlenmiş, her figür, her olay ve her mekân olabildiğince açık gösterilmiştir.
1703-1730 yılları arasında hüküm süren III.Ahmed’in Lale Devri olarak da anılan dönemi Osmanlı’nın son rönesans hareketi olarak nitelendirilir. Olağanüstü kültürel bir canlanmanın yaşandığı bu devirde, en ünlü Osmanlı el yazması ressamı sayılan ve betimleriyle çağının ruhunu yansıtan Levni’nin başyapıtı “Surname-i Vehbi”de, Sultan III.Ahmed’in dört şehzadesinin 1720 yılında 15 gün - 15 gece süren sünnet şenliği minyatürlerle anlatılmıştı. Bu görkemli saray şenliğinin Sultan’a sunulmak uzere hazırlanan “resimli öyküsü” 175 sayfa olup, 137 resim içerir. Biri dışında tüm resimler karşılıklı iki yaprak olarak düzenlenmiş, her figür, her olay ve her mekân olabildiğince açık gösterilmiştir.
Sur (yani şenlik) düzenleme ve sûrname (yani şenlik kitabı) yazma Osmanlılar’a özgü bir gelenek olarak bilinirken, Levni kendisinin “ilk ve tek” kapsamlı elyazması kabul edilen “Surname-i Vehbi”de Lale Devri’nin tüm ihtişamını ayrıntılarıyla anlatır.
Surname’nin ilk sahnesinde, 18.Eylül – 2.Ekim 1720 tarihleri arasında kutlanan şenliğin sahibi Sultan ve şehzadeler, törenin başlamasından 19 gün önce Eski Saray’ı ziyaret ederken betimlenmişlerdir. Bu ziyaretin nedeni, “nahıl”ları ve “şeker bahçeleri”ni görmektir, ki el yazmasının sonsöz bölümünde yer alan “Sünnet Alayı”nda bu iki öğenin gösterişli ve renkli örnekleriyle bir kez daha karşılaşırız.
Surname’nin ilk sahnesinde, 18.Eylül – 2.Ekim 1720 tarihleri arasında kutlanan şenliğin sahibi Sultan ve şehzadeler, törenin başlamasından 19 gün önce Eski Saray’ı ziyaret ederken betimlenmişlerdir. Bu ziyaretin nedeni, “nahıl”ları ve “şeker bahçeleri”ni görmektir, ki el yazmasının sonsöz bölümünde yer alan “Sünnet Alayı”nda bu iki öğenin gösterişli ve renkli örnekleriyle bir kez daha karşılaşırız.
Şeker bahçesi, tekerlekli bir araba biçiminde hazırlanan ve üzerinde şekerden yapılmış köşklerin, havuzların, meyve ağaçlarının, çiçeklerin ve kuşların yer aldığı düzenlemelerdi. Nahıl ise üzeri iyi niyeti, uzun yaşamı ve bereketi simgeleyen meyve ve çiçeklerle bezeli ağaç benzeri büyük konik elemanlar. Nahıllar şeker bahçelerinin ortasında yükselirler ve Tersane Bölüğü neferleri tarafından taşınırlardı. Şehzadelerin sünnetten sonraki iyileşme döneminde eğlenmesi için yapılan bu minyatür bahçelerde, şekerden yapılmış meyve ağaçları, serviler, çiçek açmış bitkiler, içinde bülbüllerin şakıdığı kuş kafesleri, köşkler, kaleler vardı. Bahçeleri süsleyen derelerin, kayıklı ve fıskiyeli havuzların içi şerbetle doluydu. Şeker bahçelerinden yükselen ve kurdelalar, bayraklarla süslenmiş nahıllar öylesine büyüktü ki, sünnet alayında şeker bahçelerinin önünden yürüyen nahıl ustaları bu görkemli armağanların dar sokaklardan geçmesini engelleyecek binaları yıkmak için gerekli araç-gereci de (baltalar ve uzun merdivenler) yanlarından eksik etmezlerdi.
Kimbilir kimlerin sokaklarından geçmişti Levni’nin betimlediği şeker bahçeleri ve nahıllar da; iyi niyeti / uzun yaşamı ve bereketi şehzadelerine layık gören Sultan’ın hizmetkârları bu geçidin görkemine mani olmasın diye kimbilir kimlere reva görmüşlerdi yıkımı...
Gerçi şeker bahçeleri, şerbet dereleri, şenlik alayları el yazmalarının, minyatür figürlerinin masalsı dünyasında kaldı ama, ilkbaharın siyah-beyaz kış manzaralarını binbir renkle donatma becerisi hala yüzümüzü güldürüyor. Ve ne gariptir ki, bu defa da kent sakinleri bahçeleri ve baharlanmaya hevesli ağaçları kendi elleriyle yok ediyor; daha yüksek yapılarda ağaçsız ve bitkisiz yaşamaya razı oluyorlar. Belki de bu yüzden, her geçen bahar, baharlanan ağaçlar daha çok şaşırtıyor, daha çok gülümsetiyor bizi... Kent insanının hışmından kurtulmuş şeftali, erik, kiraz, kayısı, vişne, ıhlamur, kestane ağaçlarının çiçeklenmesi karşısında hissedilenler, giderek ikiyüzyıl önce tören debdebesi ile sokaklardan geçirilen nahıllara duyulan hayranlık ve özenmeye dönüşüyor.
İlkbaharın yarım kalan keyfini sürmek için sabırsızlandığımız, saatlerimizi yaz güneşine göre ayarlamamızdan belli değil mi ?
Kimbilir kimlerin sokaklarından geçmişti Levni’nin betimlediği şeker bahçeleri ve nahıllar da; iyi niyeti / uzun yaşamı ve bereketi şehzadelerine layık gören Sultan’ın hizmetkârları bu geçidin görkemine mani olmasın diye kimbilir kimlere reva görmüşlerdi yıkımı...
Gerçi şeker bahçeleri, şerbet dereleri, şenlik alayları el yazmalarının, minyatür figürlerinin masalsı dünyasında kaldı ama, ilkbaharın siyah-beyaz kış manzaralarını binbir renkle donatma becerisi hala yüzümüzü güldürüyor. Ve ne gariptir ki, bu defa da kent sakinleri bahçeleri ve baharlanmaya hevesli ağaçları kendi elleriyle yok ediyor; daha yüksek yapılarda ağaçsız ve bitkisiz yaşamaya razı oluyorlar. Belki de bu yüzden, her geçen bahar, baharlanan ağaçlar daha çok şaşırtıyor, daha çok gülümsetiyor bizi... Kent insanının hışmından kurtulmuş şeftali, erik, kiraz, kayısı, vişne, ıhlamur, kestane ağaçlarının çiçeklenmesi karşısında hissedilenler, giderek ikiyüzyıl önce tören debdebesi ile sokaklardan geçirilen nahıllara duyulan hayranlık ve özenmeye dönüşüyor.
İlkbaharın yarım kalan keyfini sürmek için sabırsızlandığımız, saatlerimizi yaz güneşine göre ayarlamamızdan belli değil mi ?
hk, 7.IV.2002
3 yorum:
İÇİM AÇILDI FOTOĞRAFI GÖRÜNCE. ÇOK DA GÜZEL YAZMIŞSIN. UMARIM BAHAR HEPİMİZE İYİ GELİR. SEVGİLER...
AYSEL
Yine bir düs yolculugu ile günümü ısıl ısıl aydınlattınız.
Bu yolculukta, daha önceden tanıma sansı bulmadıgım nahıl ustalarının; bir gün gelip, yasamında yalnızca güzel olanları diger insanlarla paylasanların önüne cıkan engelleri de törpüleyerek yürüdügünü imgeledim. Yasamıma kattıklarınız icin yine tesekkürler...
:o) pencere önü bahçesi, şeker bahçeleri, bilmem ki sırada ne var!
okuyanların kendilerini iyi hissettiklerini duydukça "bir fincan yasemin çayı"nın demini tutturduğumu düşünüp, kendimce mutlu oluyorum... dilerim sizin gibi mutlu okuyucularım nice olur.
hk, 2.III.2007
Yorum Gönder