15.3.17

13 Mart 2016 için bir Ankara yazısı..

" Güzelim Ankara’nın, bize şehir değil ev olan, kucak açan sokakları, kan revan içinde. Evdir Ankara. Hani şu misafirliğe gittiğinizde buzdolabını açabildiğiniz sıcak ve teklifsiz arkadaş evlerinden. İstanbul gibi sürekli ve şımarıkça ilgi çekmeye çalışmaz. Tevazu sahibi olduğu için, kendisinden söz edip böbürlenmeyi sevmediğinden, sevilir sayılır.
Şimdi nerede yürüsek, göz ucuyla, mahcubiyet ve acıyla bakar hale geldik taşına toprağına… Sur’da büyüyen çocuklar, Silvan’da büyüyen çocuklar da böyle düşünüyorlardır. Daha fazlasını, çok daha yaralayıcı olanını. İnsanın, adı geçtiğinde içini titreten mekânları kan ve parçalanmış insan bedenleriyle anması… Çok ağır bir şey bu.
Önceki akşam 18.30 civarında, bizim Ankara’nın güzelim Güvenpark’ında sanırım şöyle bir şey oldu. Önünde koskoca ömür olan bir genç, otobüs durağından ailesini aradı. Eve gelirken bir şey isteyip istemediklerini sordu. Ardından parçalandı. Bir daha ne ailesi onu, ne de o, ana babasını görecek.
Evet, önceki gün bizim Ankara’da olan buydu…"
Bu cümleler Murat Sevinç'in Diken'deki yazısından alıntı.
Pazar akşamından beri neden bu kadar derin ve koyu bir kedere kapıldığımı düşünüyorum. Bu sabah Murat Sevinç'in söyledikleri ile aklımdan geçenlerin aynılığı, onun söylediklerine bir kaç cümle ekleyip Ankara'daki yıllarımın sonunda -bu şehirle ilgili belleğime bir not düşme- isteğimi güçlendirdi. 
1991 yılından beri yaşadığım bu şehirin 2007 yılı Haziranına dek hemen her akşam yürüdüğüm, 2007'den sonra da otobüsle ulaştığım ya da önünden geçtiğim durağın önünde olup bitti o felaket. Binlerce akşam, karda, yağmurda, soğukta titreyerek hiç birini tanımadığım onlarca kişiyle birlikte otobüs beklediğim, beklerken çevremdeki öğrencileri, misafirlikten dönen ev hanımlarını, bir an önce evine gidip iki kap yemek pişirmek isteyen işçi-memur kadınları, eşini arayıp "eve bir şey lazım mı?" diye soran babaları, otobüse önce binip oturacak yer bulmayı umut eden sabırsız yaşlıları izlediğim durağın yanıbaşında.. Ve yolun karşısında babacığıma kışlık kasketlerini, sevdiği kravatlarını aldığım kumaş mağazasının, eskiden vitrini önünde uzun uzun oyalandığım Vakko'nun, sonradan yerine kahveci açılan Mısırlı'nın, merdivenlerinin dibindeki simitçiden akşam simidi aldığım üstgeçidin, Yüksel Caddesi'ne çıkan basamakların, hemen arka sokaktaki en sevgili dost Dost Kitabevi'ne giden geniş kaldırımın orada..
Patlama anında evde olduğum için yazabiliyorum bu yazıyı, farkındayım. O an, orada olmadığım için şükretmem
gerektiğini de biliyorum. Ama beni arayıp "iyi misin?" diye soran dostlarıma "iyiyim.." diyemiyorum.
Zira eğer bir şehir eviniz olmuşsa, ve siz evinizde değilken ama orada komşularınız, arkadaşlarınız, anne babanız, kardeşiniz, eşiniz, çocuğunuz varken böyle bir felaket meydana gelmişse nasıl hissederseniz, öyle hissediyorum. Hiç önemi kalmıyor onları tanımamamın, daha önce hiç karşılaşmamış, hiç konuşmamış olmamızın hiç önemi kalmıyor. Zira o bomba benim evimde patladı; yirmibeş senedir sevdiğim, alıştığım, özleyeceğimi bildiğim, değişimine şahit olduğum, Güven Park'ın içinden geçip dolmuş duraklarına yürüdüğüm, ya da Sıhhiye'den yürüyüp otobüs durağında beklediğim evimde patladı o bomba..
Kızılay'a gidebilecek miyim?, sorusu yanıtsız şimdilik. Gitsem de o kaldırımlarda ağlamadan yürümemin imkansız olduğunu biliyorum. Karşıyaka'daki babaevime her dönüşümde annemle babamın yokluğuyla yüzleşmek zorunda kalmaktan farksız hissettiklerim; ev aynı belki, ama onlar yok..
Murat Sevinç'in dediği gibi: " İnsanın, adı geçtiğinde içini titreten mekânları kan ve parçalanmış insan bedenleriyle anması… Çok ağır bir şey bu."

hk, 15 Mart 2016

Hiç yorum yok:

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü