- Yağmurun sesi değildi duyduğum, yağmurla ıslanmış asfalttan hızla geçen tekeleklerin uğultusuydu. Kül rengi bir gökyüzü, lacivert bulutlar, henüz kapalı perdelerin arkasında bu kasvetli kentin sabah suratsızlığı işte.
- Bu sabah ısıya dayanıklı yeni cam demliğimde (ki en çok beyaz porselen sapını ve cam akıtacağını seviyorum) "orange pekoe tea" demledim kendime; içini sıcak su ile doldurup, yıllar önce Berlin'den aldığım krem rengi seramik "tea light" ısıtıcının üstüne koydum demliği. Mum ışığında rengi demlendikçe amberden koyu karamele dönen çay büyülü bir parlaklıkla harelendi , sadece tadıyla değil, resmiyle de tam bir sabah şenliği olup çıktı.
- Baş ağrım hafiflemiş, ama başımın içindeki gürültü devam ediyordu uyandığımda. Hani uzun bir tren, ya da uçak yolculuğunun ardından geçmek bilmeyen o tiz çınlama, ince uğultu gibi. Kendi kendime isimlendirmeye çalıştım, sonra da duymamak için radyoyu açtım. Acaba kendi karmakarışık düşüncelerimin sesini mi duyuyorum?, diye geçti aklımdan.
- Sıradan ve sakin bir gündü, üretken değildim, pencereden dışarıya ne zaman baksam yağmur vardı. Çalışma masamın üstündeki kumaş şapkalı abajurun ılık ışığı yazmya davet etse de aldırmadım.
- Gün bitti, gece de bitmek üzere, evin kedileri çoktan uyudular, sıra bende olmalı..
Aklımdan, başımdan, içimden geçenleri; hatırladıklarımı, unutmak istemediklerimi, hasretini çektiklerimi, izlenimlerimi yazıyorum..
12.10.11
sonbahar günlüğü 3
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Çook güzel betimlemişsiniz. :)))
Yorum Gönder