Benim oğlum 2 aylıkken geldi evine, bahçe kuytularında barınırken onu annesinden ayıran çocuğun gelgeç hevesiyle yalnız kaldı önce, sonra çöpe atıldı; derken yine çocuklar tarafından kurtarıldı ve çok soğuk bir kış akşamı kavuştuk birbirimize.
Akide oğlum olunca tek arkadaşı, can yoldaşı da ben oldum. Sabahları yanımda uyanır, ilk önce onun karnı doyurulur, kısa yolculuklarda bile çok özlenir, akşamları kilitte dönen anahtarın sesiyle uykusundan uyanıp bağırır, her aksırmamda evin neresinde olursa olsun koşa koşa gelip "iyi misin?" der oldu.
Haftaiçi iş günlerinde, gündüzleri tek başına geçiriyor mecburen. Radyonun müzik mırıldanan sesiyle uyuyor, askıdaki kafesinde aynası ile konuşan muhabbet kuşunu izliyor olmalı arasıra. Yaramazlıklarının izlerini ustaca saklasa da, kırdığı nesnelerin parçaları ele veriyor onu. Sıkıldığından eminim zaman zaman; zira akşam ben eve geldiğimde, yemeğin de verdiği enerji ile coştukça coşuyor. Ne halı kalıyor yerinde, ne yastık.. Bana oyun arkadaşı gözüyle bakıyor bu saatlerde, canımı çok acıtmadığı sürece hiç ses etmiyorum..
Bu yaz "Filbahrili ev"de geçirdiğimiz günler ise tam bir heyecan koşuşturması, hemcinsleriyle arkadaşlık etme arzusunun şiddetli bir tezahürü idi. Gelgelelim, evimizin bahçesindeki arkadaşları Kömür ve TısTıs yanlarına bile yaklaştırmadılar Akide'yi. Bu yüzden de oğlumun bitip tükenmez ve içtenlikli dost olma girişimleri her seferinde hayalkırıklığı ile sonuçlandı.
TısTıs kendisi de çocuk bir anne. Yavrularını evimizin kömürlüğünde büyütüyor, üç yavrusunu hiç yanından ayırmıyor, yemek vermek için bahçeye inen merdivenlerin başında belirdiğimde bile tıslayarak alarm veriyordu. Akide'nin TısTıs'ın iki katı büyüklükte ve erkek kedi olması bu tepkiyi daha da şiddetlendiriyordu kuşkusuz.
Kömür'le geçen sene tanışmıştı Akide. Üst kat balkonuna uzanıp tepeden izlemişti onun bahçeye gelişini, ürkek patilerle, kararsız ve kaçmaya hazırlıklı verdiğim mamaları yiyişini. Kömür de Akide'yi aşağıdan süzmüş, güvende olduğuna karar verdiği tenha saatlerde bahçe sandalyelerinden birinin üzerindeki mindere kurulup, uykuya bile dalmıştı. Ne yalan söyleyeyim, beklemiyordum bu sonbahar onu. Çıkageldi, yüzü toparlanmış, hala ürkek ama bizim dönüşümüzden memnun. Camlı sokak kapısının önüne dek çıkıp, öylece oturdu, gitmedi. Akide tanıdı Kömür'ü, onun her gelişinde kapının iç tarafında bağırdı durdu. Ama kapıyı her açışımda Kömür Akide'yi bir güzel payladı, "yaklaşma banaaaaaa!" diyerek yuvasını yaptı. Benim iyi kalpli oğlum da ne olduğunu anlayamadan evin içine kaçtı.
Ama yine de Kömür yanına yaklaştırmadığı Akide'yi kapının dibine oturup, cam ardından izlemeye; Akide de yanına yaklaşamadığı Kömür için avaz avaz bağırmaya devam etti.
Filbahrili evin çiçek penceresini açtım oğluma. İçinde oturup, bahçede olup bitenleri, TısTıs'ın yavrularını, Kömür'ün geliş gidişlerini seyretti böylece. Kâh yukarı katın balkonuna koşturup, daha geniş açıdan gözetledi evin çevresini, kâh balkondan gelişini gördüğü Kömür'e daha yakından bakabilmek için merdivenin basamaklarını üçer üçer inerek, kapı önüne koşturdu.
Umudunu hiç yitirmedi, asla pes etmedi.
Belki de tek çocuk olduğum için Akide'nin bu saf içtenliğini, arkadaş edinme tutkusunu, iyi niyetli sabırını çok dokunaklı buluyor, içleniyorum. Yaz aylarının göçebeliği sona erer ermez, Akide'nin bu yalnızlığını sona erdirmeye söz verdim kendi kendime..
O zamana dek, kediyle kedi olmaya devam.
hk, 31.Ekim.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder