28.9.10


Yolculuklar sona erdi, İstanbul da öyle. Filbahrili Ev'de geçirdiğim zamanın sadece oraya duyduğum hasreti alevlendireceğini çok iyi biliyordum. İstemeye istemeye topladım bavulumu, evimi kış uykusuna yatırdım sanki. O evin yaşayan bir ölümlü olduğunu düşünmekten kendimi alamadım: pencerelerden görünen dar alan manzaralarını, sokak kapısının önünde sabırla bekleyen bahçe kedilerini, arkadaki fıstık çamının dallarında eskisi gibi serenad yapan "Ali Bey Kuşu"nu ( adını annem koymuştu, ama neden böyle dediğini bilmiyorum ), mutfağın serinliğini, salonu ve üst kattaki oturma odasını ısıtan öğle güneşini, anneannemin mum çiçeğini koyduğu çiçek penceresini, dedemin camekanlı kitaplığının kanadını açınca yüzüme çarpan eski kitap kokusunu, anneannemin şifonyerinin çekmecelerinden gelen sabun ve lavanta çiçeği rahiyasını zihnime öyle kaydettim ki, gözlerimi kapatıp Filbahrili Ev'de olduğuma kendimi inandırabilirim.
Artık yeniden ve mecburen Ankara'dayım. Bu şehirde geçirmek zorunda olduğum süreye aldırmaksızın ve zamanı geldiğinde arkama bakmadan uzaklaşacağımı, beni mutsuz, tedirgin ve huzursuz eden kişi ve olayları geride bırakacağımı tekrarlıyorum kendime. Zira beni bekleyen, keşfedilmek, bilinmek, öğrenilmek, yazılıp çizilmek için sabırsızlanan nesnelere zaman ayırmam; onları tek tek elden geçirmem, belgelemem, birleştirmem, yayınlamam ve sergilemem gerek.
Bu benim artık yanımda olmayan aileme karşı en öncelikli sorumluluğum...
Saat 03.07, 4 saat önce kendime kahve pişirip, Beyaz Fırın'dan aldığım Paskalya Çöreği'nden bir dilim yedim. Bedenim ve gözlerim yorgun, ama beynim parmaklarımı rahat bırakmıyor.
Uyuyacağım, uykumda Akide'yi, evine dönen Markiz'i ( muhabbet kuşum) göreceğim belki de.
Işık sönmeli, ve odalar dışarıdaki mutlak sessizliğe boyun eğmeli artık; gözlerim kapanmalı..
Anlatılmayı bekleyen İstanbul hikayelerinin niceliği korkutuyor beni bazen.
Allah rahatlık versin.
hk, 29.10.2010

Hiç yorum yok:

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü