Bu fotoğrafı çekeni değil, masaya başını yaslamış fincanın üzerindeki nehirli ve köprülü şehirin resmine dalıp, hayal kuranı tanıyorum ben. Belli ki fincana hayran.. Çaydanlıkta iki kişilik çay olmalı masaya geldiğinde, sıcak ve iyi demlenmiş. Dışarıda yağmur, mutlaka. Kendi şehirlerinde, hatta ülkelerinde bile değil o demliği paylaşanlar. Ama o masanın başında, kendi dillerini bilmeyen birinin demlediği çayı yudumlarken Türkçe konuşuyorlar mırıl mırıl. Masadan kalkıp gitmek istemeyecek kadar üşüyorlar dışarıda.
Masaya başını yaslayan aklından "bu fincan benim olsa, onu koyacak rafları keten örtülü ve antika bir dolabım olsa, dolabımı da büyük kuzineli bir mutfağın en geniş duvarına ortalayarak yerleştirsem", diye geçiriyor belki de.
Oysa iki arkadaşı ile küçük mutfaklı bir öğrenci evini paylaşıyor ve formika kapaklı iki dolaptan fazlasına sahip değiller.
Floransa, Arno Nehri
Fincanın işlevi artıyor adeta , kulbunu kavrayan parmakların sahibi ile hayallerinin / anılarının arasında, tıpkı üzerindeki nehiri aşan köprüler gibi bir köprü kuruveriyor usulca.
Bütün bunları Floransa'ya hiç gitmemiş ve o fincanı bir başkasının belleğindeki izinden keşfetmiş bir zihnin yazdığını unutmayın. Gerçekler hiç de anlattığım gibi olmayabilir...
hk, 29.Kasım.09
2 yorum:
Yazınızı bugün kaçıncı okuyuşum; bilmiyorum!.. Hani içinde yer almaktan çok hoşlandığınız bir rüyada bulursunuz kendinizi ve sanki rüyada olduğunuzu hissedersiniz bir taraftan ama, uyanmayı da hiç istemezsiniz ya, tıpkı ona benzer bir hisle dönüp dönüp baştan okudum ve seyre daldım... Oraya hiç gitmemişken böylesine büyüleyici bir dille anlatmışsanız oradalığı, bir de gidip görseniz neler dinlerdik sizden diye geçiyor aklımdan... Gerçekte nasıl olduğunun ne önemi var ki?....
Yorum Gönder