Suret Defteri'ndeki "Çiftlikkent" üzerine...
H'nin çiftliğinden bir manzara: Büyük çiftlik evi, bahçesinde incir ve elma ağaçları; sarmaşık gülü sardırılmış bahçe kapısı, yavru filler (Kartaca'dan gelme), ördek ve hindiler (hepsi hediye), yılbaşı hediyelerini dağıtmakta kullanacağım kızağımı çekecek Ren geyiklerim ve Pazar sabahları pişirdiğim tereyağlı kreplerin üstüne döktüğüm "maple syrup"u elde ettiğim akçaağaçlarım.
"Facebook" denilen "sosyal iletişim ortamı"na katılalı ne kadar zaman oldu hatırlamıyorum; orada yeniden buluştuğum çocukluk ve okul arkadaşlarım / yurtdışında yaşayan akrabalarım, eski öğretmenlerim ve öğrencilerim, yeni kazandığım dostlarım var. Facebook'u kendimce Türkçeleştirip "suret defteri" dedim ilk günden; gerçi herkes resim eklemekten hoşlanmıyor, ya da kendi sureti yerine çocuğunun, kedisinin (benim gibi), ailesinin, ya da çok sevdiği bir kişinin suretini yerleştiriveriyor sayfasının sol üst köşesine ama, çoğunluk birlikte olunan o yeri olabildiğince kişiselleştirmek, kendinden "arkadaş, aile fertleri, dostlar dünyası"na olabildiğince güncel sinyaller gönderebilmek için resimleri, resim albümlerini, etiketlenmiş fotoğrafları kullanıyor sık sık... "Suret defteri" üzerine yazılabilecekler de nice aslında, ama beni asıl düşündüren bu ortam katılımcılarına bir oyun seçeneği olarak sunulan "Farmville". Farmville sözcüğünü de "çiftlikkent" olarak çevirip, bu oyuna değgin düşüncelerimi ve bir sanal gerçeklik kurgusunun gerçek yaşamla nasıl içiçe sürdürülebileceğini örneklemeye çalışacağım.
Uzun zamandır yapmak istediğim, ama üç aydır yolculuk kovalayan bir leyleğe dönüştüğüm için bir türlü yazıya dökemediğim düşüncelerimi " Zehra Çiftlikte" başlıklı bir seri olarak sıralamak niyetindeyim. Tıpkı çocukluğumuzun "Ayşegül" kitapları gibi...
Bu yazıyı bir girizgâh kabul edebilirsiniz.
Sumika'nın çiftliğinde ilk gün
Çiftlikkent'i kurmaya başlarken kocaman yeşil bir alanın ortasında, sürülmüş altı kare toprak parçası sunuluyor size. Önce kendinize benzer ( ya da benzemek istediğiniz kişiyi yaratacağınız) bir karakter oluşturuyorsunuz; saç renk ve biçiminden kulaklara ve hatta dudakların rengine kadar tüm ayrıntılar seçeneklendirilmiş üstelik. Kot kumaşından tulum giymiş bu "siz" artık bu -bir karışlık tarlayı- ekip biçmeye başlıyorsunuz ki, "çiftlikkent akçeleri" kazanılsın ve kazandıkça da çiftliğinizi geliştirip güzelleştirin. Başlarken mor renkli bostan patlıcanları ve mis kokulu çileklerle dolu avuçiçi kadar iki tarlanın ürününü topluyor, ürünlerden edindiğiniz gelirle daha çok tarla açmaya ve tohum ekmeye girişiyorsunuz.
Farkında olmadan, yavaş yavaş "kaptırıyor" kişi kendini bu toprak, tarla işine. Derken "çiftlikte yalnız başıma ne yapacağım? keşke komşularım da olsa, birbirimize gidip gelsek, ihtiyaç olunca yardımlaşsak, hatta arada sırada birbirimize güzel hediyeler versek...", diye düşünmeye başlıyorsunuz. Ve işte bu safhada devreye "suret defteri"ndeki arkadaşlarınızdan "şehirden yorulmuş, teknolojiden bıkmış*, kendini mis gibi doğanın kucağına atmaya hevesli olanları çiftliğinizin çevresindeki arazilerde yeni çiftlikler kurmaya davet etmek giriyor.
Komşular taşınmaya, onlar da kendi çiftliklerini kurmaya başlıyorlar: Kimi derli toplu, kimi aklına estiği gibi, kimi meyve ağaçlarını rengarenk karıştırarak, kimi benim gibi türlerine göre ayırarak; kimi tarlalarına ekim yaparken harika "desenler" oluşturmayı da ihmal etmeyerek yaşayıp gidiyorlar. Zaman zaman beklenmedik misafirler boy gösteriyor çiftliklerde: Yolunu kaybetmiş kahverengi ve pembe inekler, kara koyunlar, çirkin ördekler ve hatta kimbilir hangi sirkten / hayvanat bahçesinden kaçmış yavru filler... Onları bulunca hemen bir ilan veriyorsunuz, "aman yazıktır, günahtır.. sahiplenin şu yavrucağı" diye, komşularınız bir koşu yetişip alıyorlar kimsesiz hayvanı. Bu iyilik de karşılıksız kalmıyor kuşkusuz, inekler "çikolatalı ve çilekli süt" verirken, çirkin ördek yavruları narin kuğulara dönüşüp yüzünüzü güldürüyorlar.
Akçaağaçlar ve içinde şurup biriken kovalarım..
Edindiğim izlenim, Suret defteri'nde arkadaşım olup da, her gün gördüğüm, ya da sık sık haberleştiğim kişilerden bir kısmının bu sanal gerçekliğe hiç de azımsanmayacak bir zaman ayırdıkları, çiftliklerinin üzerine titredikleri, topraklarını genişletmek; çiftlik işleyişi ile ilgili yenilikleri izlemek, hatta zaman zaman çiftlik içindeki yerleşim düzenini yenilemek için gayret gösterdikleri yolunda. Kendimi de zaman zaman bu sınıf içine yerleştirsem de, bendeki ruh halini "oyun oynama" eyleminin ötesine geçen bir "kurguculuk - yaratıcılık" girişimi olarak nitelendiriyorum.
Bu girizgâhtan nereye varacağımı ve neden böyle hissettiğimi yazacağım elbette; şimdilik ve sadece "çiftlikkent"e yabancı olanları bu "sanal gerçeklik mekanı ve bu mekanda yaşayanların eylemleri" konusunda bilgilendirmek istedim.
Olur da içinizde "suret defteri"ne kayıtlı okurlar var ise, kuşkusuz anlattıklarımı farklı bir bilinçle ve deneyimle okuyup, tartacaksınız. Bu yüzden her ne kadar "çiftlikkent" hakkındaki kişisel izlenimlerim ve çıkarımlarım sadece benim aklıma, deliliğime, hayal gücüme, yaratıcılık ve kurgulama saplantıma bağlı ise de, "Zehra Çiftlikte" serisini okurken aklınıza gelenleri -yorum- kutucuğunun içini doldurarak paylaşmanız dileğimdir.
Şimdi - portakallı kek - pişirme zamanı, fırından portakal kokusu yayılmaya başlayınca yine yazacağım.
hk, 29.Kasım.2009, Pazar
1 yorum:
"Asla", diyen okuyucunun neden böyle düşündüğünü merak ettim doğrusu?
Yorum Gönder