Gün nasıl geçti bilmiyorum. Yağmurun arttığını duydum, pencere camlarında tanecikleri kaldı, kendisi sokaklardan, çatı oluklarından, kaldırım kenarlarında oluşturduğu ince dereciklerden akıp gitti. Yağmurun altında kalan herşey ıslandı, ama onları ıslatandan iz yok şimdi.
Bu ayrıntı -günlük tutmak- ile ilgili düşünürken takıldı aklıma; bu yüzden önce -kapağında yanak yanağa vermiş biri beyaz biri siyah iki kedi fotoğrafı olan- ve her zaman yanımda taşıdığım defterime - dolmakalemle- yazdıklarımdan alıntılar yapacağım, sonra da yağmurla yaşanılanlar arasındaki benzerlik üzerine bir kaç cümle yazacağım.
Günlük yerine konulan bu deftere gün be gün yaşananların yazılması gerekli midir? Yoksa - yazılmaya, kaydedilmeye, anımsanmaya değer- bir hal olduğunda mı açılmalıdır kapağı?
Ya da günlüğe ek yapılmayan günlerde, o günlere ait olaylar, duygular, izlenimler ve gözlemler gözardı edilebilir nitelikte midir aslında?
Üç ay iki günlük uzun bir aradan sonra yazmaya başlayınca bu sorular takıldı aklıma.
Yine de kesin olan bir şey var ki, kimi hallerin / duyguların sıcağı sıcağına kayıt altına alınmaması günlüğün yazarını (ki aslında, hayatta olduğu sürece ve günlüklerini ölmeden önce yok etmediği sürece günlüğünün tek okuru olarak kalacaktır hep) gelecekteki anımsama anlarında ortaya çıkacak hüzün / keder / öfke / nefret hallerinden koruyacaktır.
Zira yazılabileceklerin yaşandığı gün ile bugün arasında - olup bitenlere bakışım değişmeyecek olsa da-, olumsuz duygu ve düşüncelerin (kızgınlığın, hayal kırıklığının, öfkenin, nefretin) tüm şiddeti ile dile getirilmemesinin, şimdi ve daha sonra o günlük sayfasını okurken hissedeceklerimi değiştireceğini çok iyi biliyorum. Başka bir deyişle, hemen yazmayarak sonradan tazelenecek olumsuz duyguları hafifletmeye çalışıyorum. Kuşkusuz bu o olayla ilgili kendi içimdeki dönüşümün / değişimin belgelenmesini engelliyor. "Bak ne kadar üzülmüşüm, kırılmışım", dedirtecek o ilk gün tepkisini geçiştirdiğim için, zaman içinde seyreltilmiş bir hüzün kalıyor geriye.
Tortu dibe çöküyor, sıvı berraklaşıyor ve ben şişenin dibindeki tortuyu çalkalamadan sadece sıvının tadına bakıyorum. Böylece zehir tortunun içinde kalıyor, ama hiç bir biçimde ve koşulda kaybolmuyor..."
Yaşanılanların ömürü sadece yaşandıkları an kadar aslında, hiçbiri durağan değil, hiç bir hal dondurulabilir veya hapsedilebilir değil, onlardan sadece anı ve deneyimler iz olarak kalıyor. Yağmurda şemsiyesiz yürür gibi tıpkı, sırılsıklam bakakalıyoruz / bizi ıslatan, üşüten, titreten yağmur toprağın derinliklerinde çoktan yeraltı sularına karışmışken, biz öylece durup, yağmurun yağışını / şiddetini / yüzümüzde hissettiğimiz su damlacıklarını görmeye çalışıyoruz.
" unutmak bir tür özgürlük" deyişine inanıyorum,
kederlendiren, inciten, çaresizlik hissini canlandıran anılardan uzak durmak gerek ruhu ve akılı sağıltmak için. tortunun dibe çökmesini hızlandırmak için değil yazmak ve konuşmak, düşünmeden öylece beklemek gerek. yağmurun ıslattığı giysilerin kurumasını bekler gibi.
Yarına sadece ellibeş dakika kaldı. Bugün nasıl geçti bilmiyorum.
hk, 22.3.2009
4 yorum:
Hafızam bazı konularda tehlikeli düzeyde zayıftır benim. Ya da garip bir savunma mekanizması olsa gerek, ne bileyim... Bana acı veren kişileri/olayları aradan bir süre geçtikten sonra siliveririm beynimden. İçimde olumsuz bir his kalır, ama ne olmuştu deseniz tam olarak hatırlamakta güçlük çekerim. Bu bazen başımı sıkıntıya da sokar tabii, benim karşılıklı yaşadığımız olumsuz hali unuttuğum/sildiğim kişi çıkıverir bir vesileyle karşıma ve ben -hatırlamadığım için- daha önceden hiç tanışmamış olduğum bir insana gösterdiğim tavrın aynısını sergilerken, karşımda aniden kin kusan birinibuluveririm... Yazdıklarınızdan/düşündüklerinizden yola çıkınca, yine de benim hal daha avantajlı olabilir çoğu kez diyorum. Eğer günlük tutma alışkanlığı olan biri olsaydım, aklımda kalanlar ile yazdıklarım arasında dağlar kadar fark oluşacak ve ben tortularını bile -içimde taşıyorsam da- görmediğim zehirli duyguları günlüğümde görüp, yeniden ve yeniden üzülecek, sonunda artık belki unutamayacak kadar ezberleyecektim hepsini...
"Değil yazmak ve konuşmak, düşünmeden öylece beklemek gerek" demişsiniz ya; çok haklısınız; ah, bir de bunu başarabilsek!...
GÜLÜŞ KURŞUN OLMAZ MI ?
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende, güzel bir ruh
Kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak kalmak mıdır?
Özlenen yakındayken hasret duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, mal çalmak mıdır?
Saadet çalmak, müthiş hırsızlık olamaz mı?
Solması için bir gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için, silah, hançer mi olmalı?
Gülüş, kurşun olmaz mı?
VICTOR HUGO
Selam.Bu güzel cümlelere Victor Hugo'nun mısraları iyi gider diye düşündüm.
Merhabalar,
Ne güzel olmuş sayfanınızın yeni düzenlemesi! Sizi okumaktan çook fryif alıyorum. Yine, yine ve yine! Akidoş'u öpüyorum.
"keyif":)) olmuş fryif!!
Yorum Gönder