8.3.09

Cemre'ler düşerken..


21. Şubat'ta ilk cemre havaya, 27.Şubat'ta ikinci cemre suya, 5. Mart'ta üçüncü cemre toprağa düştü. 28. Şubat'ta "leyleklerin gelme zamanı" diye yazdı Saatli Maarif Takvimi, 6.Mart'ta "ağaçlara su yürüme zamanı"... Bahar gelişini başka nasıl duyurabilirdi zaten, anneannemin şifonyerinin içinde bulduğum kutulardan birinin içinden çıkan -saatli maarif takvimi- yaprağı, ömürlerin geçiciliğini, mevsimlerin (küresel ısınmaya rağmen) farklı ömürlere hep aynı işaretlerle gelip gittiğini anlatır gibiydi.


Kış kapıları daima kapalı tutulan ve içinde soba yanan bir ev ise, bahar o evin bahçeye açılan pencereleri önündeki çiçek saksıları. Ben ki "yaz'dan gayri her mevsimi" seviyorum; baharı evin dışından içine taşımak ve kalbime iyi gelecek bir kır havası yaratmak çabasındayım son iki haftadır.


Yıllar önce Berlin'de geçirdiğim bahar mevsimini anımsayıp, kütüphanesinde çalıştığım enstitünün misafirhanesindeki odama baharı taşır gibi yapıyorum bunu. Bir parkın kıyısındaydı tek katlı konukevi; odamın önündeki bahçeye açılan terasda serçeler ve sığırcıklar için konulmuş kuş evleri vardı. Pencere yerine, yere kadar inen büyük cam kapılar. Çalışma masamı tam da bu alabildiğine yeşil ve ağaçlı manzaranın karşısına yerleştirmişlerdi.


Siyah beyaz ekranlı ilk taşınabilir bilgisayarımda çalışırken, kütüphaneden taşıdığım makaleleri ve kitapları bir yana itip, "Classic Radio" dinleyerek bu manzarayı seyre daldığımı; güneşin odamın ortasına kadar ilerlediği ılık akşam üzerleri bu ışığın içinde oturabilmek ve kahvemi yudumlayabilmek için kütüphaneden erken çıktığımı hiç unutmadım.

Regent's Park, Londra

Ama yine de hayatımın en sevdiğim bahar izlenimleri Londra'daki Regent's Park'a aittir. Kiraz ağaçlarının dallarında salkımlanan baharlar, rengarenk laleler, fulyalar, parkın içindeki gölcüklerin içinde yüzen Kanada kazları ve kuğular, minyatür köprüler, yüzyılı devirmiş ağaçlar, ağaçların altında yaşlıları ve çocuklu anneleri dinlendiren ayakları demir döküm, ahşap banklar...

Regent's Park, Londra

Metroya binmeden, 45 dakikalık bir yürüyüşle ulaştığım ve içiçe yerleştirilmiş park halkalarından oluşan bu cennet 1812-1830 yılları arasında yaratılmıştır; yürümekle bitirilemeyecek, seyretmeye doyulamayacak bir nefeslenme sığınağıdır. Öğrenciliğimde her haftasonu gittiğim (her mevsim), Kraliçe Victoria'nın Gül Bahçesi'ne bitişik park kafeteryasında -limon dilimli çay- içtiğim, banklarında oturup kitap okuduğum ve resim yaptığım, çimenlerinin üstüne yatıp bulutların kayışını izlediğim bu parkın anıları, -olmak istediğim yerler-in ilk sıralarına yerleştirmeye yeter Regent's Park'ı.



Regent's Park, Londra

Cemre'ler havaya, suya ve toprağa düştüğü gibi, kalbime ve ruhuma da düşsün istiyorum bu günlerde. Evin içinde, bir tiyatro ya da opera sahnesinin - ah şimdi orada olsaydım ve hep orada kalsaydım- dedirten gerçeküstü dekorları gibi bir bahar yaratmaya çalışırken, gidemediğim ve ama yine de gitmeyi hayal ettiğim parkların içinde yürür, oturur, okur, yazar gibi hissetmeyi umuyorum.

hk, 8.3.2009

Hiç yorum yok:

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü