Regent's Park, Londra
Bazen yaşamayı sevdiğim ve uzun zaman uzak kaldığım kimi adresleri ne kadar/ ne kadar özlediğimi, o yerler hakkında konuşur ya da yazarken farkediyorum. Böyle anlarda sadece fotoğraflar değil, sesler de uçuruyor insanı "olmak istediği yerlere".. Bu sabah açık bir bilinç ama kapalı gözlerle, uyku ile uyanıklık arasındaki o loş kaldırımda yürüken, kumruların peşpeşe sıraladığı "gugucuk"lar beni Karşıyaka'ya, ilkbahar ve yaz sabahlarının çok erken saatlerine, gençkızlık odama, anneciğimin dünyasına uçuruverdi.
Gözlerimi açmadım, uyanıklığın yüzleştireceği "gerçek mekân"dan bir süre daha kopuk kalmak istedim. Yatağımdan kalktım, odamın kapısından önce perdeleri açtım, kumruların gugucuklarını sayıp yaza ne kadar yakın olduğumuzu hesaplamaya çalıştım. Çocukluğumdan beri, her gece yatarken yatırdığım ve üstlerini örttüğüm bebeklerimin uçuk pembe ve hep bebek kalan yüzlerine baktım, onların hiç birine hiç bir zaman isim vermediğimi düşündüm, bunun garip bir durum olduğuna ve daha sonra üstünde düşünülmesi gerektiğine karar verdim. Kapımı açtım, koridorda denize doğru yürüdüm; muhabbet kuşları durmak bilmeden konuşurlarken, yere kadar inen pencerenin önündeki koltuğuna oturmuş, türkuvaz rengi bir iplikle dantel işleyen anneciğimin yanına gittim, yanağına ve boynuna öpücükler kondurdum. "Neden bu kadar erken kalktın çocuğum, uyuyup dinlenseydin biraz daha..", dese de, aslında "başbaşa oturup söyleşebileceğimiz için" ne kadar mutlu olduğunu biliverdim.
Bazen yaşamayı sevdiğim ve uzun zaman uzak kaldığım kimi adresleri ne kadar/ ne kadar özlediğimi, o yerler hakkında konuşur ya da yazarken farkediyorum. Böyle anlarda sadece fotoğraflar değil, sesler de uçuruyor insanı "olmak istediği yerlere".. Bu sabah açık bir bilinç ama kapalı gözlerle, uyku ile uyanıklık arasındaki o loş kaldırımda yürüken, kumruların peşpeşe sıraladığı "gugucuk"lar beni Karşıyaka'ya, ilkbahar ve yaz sabahlarının çok erken saatlerine, gençkızlık odama, anneciğimin dünyasına uçuruverdi.
Gözlerimi açmadım, uyanıklığın yüzleştireceği "gerçek mekân"dan bir süre daha kopuk kalmak istedim. Yatağımdan kalktım, odamın kapısından önce perdeleri açtım, kumruların gugucuklarını sayıp yaza ne kadar yakın olduğumuzu hesaplamaya çalıştım. Çocukluğumdan beri, her gece yatarken yatırdığım ve üstlerini örttüğüm bebeklerimin uçuk pembe ve hep bebek kalan yüzlerine baktım, onların hiç birine hiç bir zaman isim vermediğimi düşündüm, bunun garip bir durum olduğuna ve daha sonra üstünde düşünülmesi gerektiğine karar verdim. Kapımı açtım, koridorda denize doğru yürüdüm; muhabbet kuşları durmak bilmeden konuşurlarken, yere kadar inen pencerenin önündeki koltuğuna oturmuş, türkuvaz rengi bir iplikle dantel işleyen anneciğimin yanına gittim, yanağına ve boynuna öpücükler kondurdum. "Neden bu kadar erken kalktın çocuğum, uyuyup dinlenseydin biraz daha..", dese de, aslında "başbaşa oturup söyleşebileceğimiz için" ne kadar mutlu olduğunu biliverdim.
Regent's Park, Kraliçe Viktoria Gül Bahçesi
Regent's Park'ı yazdığımdan beri Kraliçe Viktoria'nın gül bahçesinde geziniyorum sık sık. Bu sabahki "hayal yolculuk"tan sonra karar verdim, bir dahaki sefere anneciğimi de götüreceğim. Olmak istediğim yerlerle aramdaki mesafeyi O'nun küçük ve yavaş adımları ile aşarken, güllerin isimlerini, hangi ülkelerden geldiklerini, bahçede kaç çeşit gül olduğunu, bahçıvanların onlarla ne zaman ilgilendiklerini, toprağın nasıl havalandırıldığını konuşacağız..
Cemreler düştü, bir bahar daha geliyor.
Buraya da, olmak istediğim yerlere de...
hk, 12.3.2009
1 yorum:
Çocukluğumuzun en güzel yanı, belki uyanıkken de bolca gördüğümüz, yaşadığımız ve hatta duyumsadığımız hayaller iken; büyümenin en kötü yanı da belki bu hep yanımızda gezdirdiğimiz kocaman imgesel ekranın aniden ve büyük bir gürültüyle kırılıvermesi ve çıplak gözle bakakalıvermemiz "gerçek diye tabir edilen" dünyaya...
Tıpkı sizin Cemre'li yazılarınızda tasvir ettiğiniz, fotoğraflarını paylaştığınız muhteşem park-bahçelerinizdeki dolaşmalarınız gibi, bilhassa çocukluğum-genç kızlığım; bulabildiğim her fırsatta; bildiğim, gidebildiğim en güzel parklarda dolaşarak, ağaç, çiçek, bitki, kuş her ne varsa değişeni, tazeleneni, tomurcuklananı, yeni açanı, renklerini, inanılmaz çeşitliliklerini, ihtişamlarını seyrederek, dökülen tohumlarını toplayarak ve hatta bahçevanlarla arkadaş olup, tazelensin diye budadıkları-biçtikleri çiçekleri kucak kucak eve taşıyıp, onlara da özenle bakarak geçti. Değil onları koparmaya kıymak, büyülerine kapılıp severken bile incitmezdim onları.
Ne güzel biriktirmişim ruhuma diyorum ben de, şimdi, artık gerçek dünyayı çıplak gözle görebilen(!) bir yetişkin iken, huzurlu uyuyabildiğim gecelerdeki en güzel düşlerimde, yine o parklarda dolaşırken buluveririm kendimi.
Evet, Cemre’ler Saatli Maarif Takvimi’ni hiç mi hiç yalancı çıkarmadan düşmüşler sıra sıra ki sizin yüreğinize de düştüğünden besbelli. Bana (ruhuma) uğramamıştı henüz bahar, huyum kurusun, hiçbir şeye hemen uyum sağlayamam zaten bedenim -yeter artık deyip- gidebilse bile, aklım-ruhum hep geriden, ayağını yere sağlam basarak gelir. Ve yine yaptınız yapacağınızı, Cemre’leri size getiriveren ve paylaşımınızla birlikte bize de “hop” diye getiriveren “gugucuklar” (kimbilir belki anneciğinizin ruhudur onları tam da zamanında size gönderiveren zaten) , aklımı, ruhumu alıp götürüverdi bahara, yazılarınızla, fotoğraflarınızla birlikte. Yaşamımdaki -çok az sayıdaki- en büyük şanslarımdan birinin, sizi tanımak, yazılarınızı okuyabilme şerefine nail olmak olduğuna yürekten inanıyorum. Tanrı sizi korusun, yüreğinizde biriktirdiğiniz sevgiler hiç eksilmesin, hep artsın ve gönülden diliyorum ki "burada" ve de düşlediğiniz mekanlarda olun tez zamanda…
Sevgilerim ve teşekkürlerimle…
Yorum Gönder