Ruhumu çok karanlık ve aklımı parçalanmış hissettiğim gecelerin bir sorumlusu vardır mutlaka, ve o kişi asla kendim olmamışımdır. Yeniden yazmaya ne zaman başlayacağımı merak ediyordum, yapmak istediğiniz bir şeyden sizi alıkoyanın ne olduğunu bilemediğinizde, geriye çekilip beklemekten başka çareniz kalmıyor. Zamanın “elbette geleceğini”, aklın toparlanamadığı ya da kederin bir türlü azalmak bilmediği gecelerden birinde, işte tam da şimdi olduğu gibi, bir Bryan Ferry şarkısı eşliğinde yazıvermeye, harflerin tatlı tıkırtılarla ve yayları henüz açılmamış yepyeni bir klavyenin siyah tuşlarında hızla hareket eden parmakların marifetiyle sözcüklere / cümlelere / paragraflara dönüşeceğini umarsınız o kadar.
Süresi belli olmayan aralıklarla terk ediliyorum: Aslında öngörebildiğim / ama kabullenmemek için mantığımı alaşağı edip direndiğim hallerin ardından; duygularım, akıllara ziyan fedakârlığım ve hep daha azı ile yetinebilme yeteneğim sayesinde beceriyorum bunu. Bir saksı bitkisi gibi düşünün beni, dibine düşen birkaç damla su ile haftalar boyu canlı kalabilen, kuruyan yapraklarını toprağında çürütüp giderek cılızlaşan, ama inatla çiçek açmaya, yeni yapraklar çıkarmaya çalışan bir saksı bitkisi. Bir ilişkinin içine sığdırılabilecek hayalkırıklıklarından ders almadan, hafızamı sürekli silerek ve farkında olmadan kendim de silinerek yaşıyor; varlığımı sıradanlaştıran ve beni hayatının aşk / tutku / hasret içerikli sahnelerinden uzaklaştıran muhatabımı dirençli bir kararlılık ve giderek hüzüne boğulan bir bağlılıkla sevmeye devam ediyorum.
Bütün o haftalar, haftasonları, aylar, yaz ayrılıkları, sonbahar buluşmaları birikip yıllar ederken, zamanın terk edilmek için geçirilmiş / yaşanmış / tüketilmiş olduğunu düşünmek; bunca iyi niyete, sabır ve kabullenişe karşın geriye sadece eskisinden daha ağır ve yapışkan bir yalnızlık kaldığını görmek ne kadar hüzünlü anlatamam.
Hayatımın oyalanamayacağım bir yerindeyim. Bunu bana gösteren anneciğim oldu, belki de en can alıcı dersi birdenbire gidivererek anlattı bana. Sesi kulağımda, tam da telefonu kapatırken, her zaman söylediği gibi “canım çocuğum benim” derken, aslında ikimiz de farkında olmadan “vedalaşırken” yani.
İnsan ruhu ve aklı bir kederde kavrulurken, yazdığı cümleleri sevmiyor bazen. Hele benim gibi kılı kırk yaran, dönüp dönüp okuyan, sözcükleri hiç durmadan sınayan biri için “bu yazı paylaşılabilir”, demek ne kadar zor bilemezsiniz. Aslında uykum yok, ama çok geç oldu ve üstelik bu gece terk edildiğimi de kabullendim. Terk edilmek, terk etmek zamanının geldiğini anlamaktır. Ruhun birdenbire sakinleşmesi, çırpınmaktan, endişelenmekten, kendi kendine teselli bulmaktan vazgeçmesidir.
Terk edenle ilgili alışkanlıklardan vazgeçmek ise en sancılı iştir. Bazen bir evden, bazen bir şehirden vazgeçmeyi gerektirir. Evin de, şehirin de umurunda değildir oysa; anılar ve alışkanlıklar belleğin bir odasında mühürlenir ve umarsızca uzaklaşılır.
Bryan Ferry kimbilir kaçıncı kez yineliyor aynı şarkıyı:
“You must remember this
A kiss is still a kiss
A sigh is just a sigh
The fundamental things apply
As time goes by"
hk, 2.mart.2008
1 yorum:
Yeniden hoşgeldiniz, bizimle paylaşmanızdan onur duyacağımız yazılarla geldiniz yine. Tamamı eşsiz yazınızın, ama ben en çok "Terk edilmek, terk etmek zamanının geldiğini anlamaktır." cümlesine vuruldum. Can acıtıcı geliyor bunu düşünmek, oysa kabullendiniz mi hafifliyorsunuz gerçekte.
Bugün okuduğum bir blogta şu dizeler gözüme çarptı ve buraya da not düşmek istedim.
“…
Elbette yırtılacak bu kurşunilik
Elbette parlatacak bahar güneşi ıslak ağaçları
Ve tuza banarak
erik,
çağla,
Taze badem yiyeceğiz elbette..."
N.Hikmet
Ve ben yine; yüreğininze sağlık diyorum...
Yorum Gönder