19.11.07

sombahar'da şenlikli bir bahar temizliği


ŞENLİKLİ BİR BAHAR TEMİZLİĞİ

…dar zamanlara ne çok şey sığdırmaya çalışıyoruz.
Dediğin gibi, günler ufalanıyor parmaklarımızın arasında,
bu yüzden söyleyemediklerimizin altında ezilip
paramparça cümleler kuruyoruz, söylediklerimizin bir yanı hep eksik,
eksik kalanları bir dahaki sefere dile getirmek üzere
biriktirip, sonra yavaş yavaş unutmuyor muyuz ?

Sana yazmış mıydım “unutmak şenlikli bir bahar temizliğidir”, diye…
kıyı köşe ne varsa ortaya dökersin, torbalara doldurursun önüne serilenleri,
ancak mektupları okumadan yırtmak gerekir, giysileri denememek aynanıin karşısında,
kitaplara dokunulmaz, onları kutulara doldurup daha sonra verilmek üzere bir köşeye ayırabilirsin …
fotoğraflar ise en zor anı belgeleridir, bilemezsin onları ne yapacağını:
fotoğraflarda birlikte olduğun kişiler varsa (ki çoğunlukla öyledir) ve
haberdarsan adreslerinden, üşenmeyip onlara gönderebilirsin…
( teyzem böyle yapmıştı yaşamının son yıllarında, onun ardından kimsenin kalkışmaya cesaret
edemeyeceği bir işti. bana verdiği siyah beyaz fotoğraflar için hiç kızmamalıymışım ona… şimdi anlıyorum)
yerleri yurtları belli değilse o insanların ve top yekun unutmaya kararlıysan her şeyi,
fotoğrafları da mektupların yanına koyabilirsin…


Sonra küçük eşyalar olur, başkalarına pek anlamsız gelirler:
şişe mantarları, tren/vapur/sinema/tiyatro biletleri,
konser /opera programları, özenle saklanmış kumaş
kurdelalar, arkası yazısız kartpostallar (bu dünyaya
yaptığın benzersiz yolculuklardan), café’lerin küçük
kare peçeteleri (bazılarının üzeri yazılmış ve
imzalanmış), kitap ayraçları, müze broşürleri, çakıl
taşları, pasta mumları, deniz kabukları, başka
ülkelerin tedavülden kalkmış bozuk paraları, pullar,
nikah şekerleri bayatlamış çiçekli minyatür sepetler,
yapışkanı bitmiş etiketler, kartvizitler, renkli cam
kırıkları…

Ama işte yok etmen gerekenler bunlarla da kalmaz,
eğer iyi bir biriktirici isen sırada gazete küpürleri vardır,
köşe yazıları: Edip Emil Öymen’in Londra’dan
bildirdikleri, siyah beyaz haber fotoğrafları,
karikatürler, yazı dizileri (tarih sırasına konulup
ataçlanmış), kitap ve sinema ekleri, ölüm ilanları
(bir tanıdığın ölüm tarihini bilmek neyi değiştirir ?),
Ugur Mumcu’nun cenaze töreninde yakana taktığın fotografı,
sanat ve edebiyat dergileri,….

İşte unutulacaklar,
orada olduklarının uzun zamandır farkına varmadığın
için zaten çoktan unutulmuşlardır aslında…
bu yaptığın sadece bir onaylamadır,
unutulmayı hakettiklerini kabul etme,
bahar temizliğinin hakkını verme hali…

bahar temizliği kıyı köşe olmalıdır,
evdeki herşey havalandırılırken
bilincin ve bilinçaltının tüm kapakları açılıp
içleri boşaltılmalıdır,
zamanında biriktirilmiş ancak şimdi orada olmasında
yarar görülmeyen ne varsa,
ya da orada durdukça evi daraltıp kalabalıklaştıran,
karanlık ve eski kılan herşey
“ilkbahar”a yakışır bir yenilenme tavrı ile evden uzaklaştırılmalıdır,
gözden ve gönülden ırak bir yere gönderilmelidir hepsi…

unutmak
zor ve zahmetli bir uğraştır,
yüzleşmedir,
vedalaşmadır,
yorgunluğu güzel
bir bahar temizliğidir,
hangi mevsimde yapılırsa yapılsın…


hk, 16.01.2001

5 yorum:

biberbeti dedi ki...

handeciğim..dediğin gibidir unutmak..hakikatende şenlikli bir bahar temizliğidir..ama aynı zamanda çok dokunaklı ve hüzünlüdür de..hele eğer ki anılar ve biriktirdiklerin seni bırakmak,bir başka yere gönderilmek istemiyolarsa halin harap..

Unknown dedi ki...

Handeciğim, unutmak allahın insana verdiği en güzel huylardan biri...Tabii ki bir de unutamadıklarımız var yaşamda.Onları da iyi korumak gerek, bence.

Adsız dedi ki...

Bir rüzgarın attığı blogunuzda, blog sahibinin e-posta adresi ararken, bir konuya cevap yazarken buldum kendimi.

Sanki kulak misafiri olduğunuz bir konuda, tanımadığınız kişilere, o kişilerin işlerine karışıyor gibi hissettim kndimi. Belki, yapacağım yorumdan çekinme sebebim, paradigmalarını bilmediğim sizlerin, vuruk kırık haline yanlış yaklaşma korkusu olabilir.

Evet ne diyecektim. Unutmak hayatın içinde. Aslında unutulan bir şey yok. Sadece üstü örtülen şeyler var. Aynen ölüm sonrası insanın acıkması ve yemek yemesi gibi. Aynı okul taksidinin düşünülmesi ve sabah işe gidilmesi gerektiği gibi.

Metin olmalı terkedişlerde. Sanırım "Deliler" oyunu idi. Selim Naşit oynuyor idi. Adile'nin kaybedilişinin ertesi günü idi. Oyun boyunca ona dikkat ettim. Güldürdü, gözleri gülmüyor ama insanları güldürüyor idi. Belki, evet belki hayatının en zor günü, en zor oyunu idi. Daha saatlerce önce kaybettiği kardeşinin ardından insanları güldürmek.

Yine aklıma takılan bir şey var.Blogunuzu gezerken, satırlarınızı okurken aklıma takılan....
Annem sordu kardeşime "babanı rüyanda hiç gördün mü?" cevabı;
"Anne, inan gözümün önüne getiremiyorum, rüyama nasıl girsin?"

Kardeşim 6 yaşında idi ve hatırlayabileceği şeyler o kadar azdı ki.... Bazen hatırlanacak şeylerin olması, üzüntüyü arttırsa da, inanın çok güzel. Bunun kıymetini bilmeli. Onların gittiği yerden baktıklarında bizi üzüntülü görmekten duyacakları sıkıntıyı, o kişilere yaşatmamalı...

Sevgi ve muhabbetle kalınız...

tamercem@gmail.com

hk dedi ki...

Yaşadıklarım ve hissettiklerim bu sayfalarda olduğu gibi ve hiç değiştirilip, eksiltilmeden yazıya dökülmüşse; ve pencere herkese açılmışsa, yorum yapmak konusunda çekinmenize hiç gerek yok.

Hatırlanacak şeylerin olması kuşkusuz çok güzel; ama güzel olduğu kadar da kederli. Hatırlamakta güçlük çektiğiniz birinin hasretini çekmek ile aynı değil en azından. Belki benim için de bir zaman gelecek ve "sadece mutluluk duyacağım" hatırlayabildiklerim için; ama korkarım henüz çok erken. Zira ben hatıralardan yola çıktığımda, birer hatıraya dönüşebilecekken anneciğimle paylaşamadan yitirdiğim tüm zamanlar için üzülmekteyim şimdi. Bu duyguyu anlatabilmem öyle öyle zor ki...

Ne yazık ki eskisi kadar üretken değilim yazmak konusunda, ama dilerim okuyucu / yorumcu olarak ziyaretlerinize devam edersiniz.

sevgilerim ve teşekkürlerimle.

hk

Adsız dedi ki...

Merak etmeyin, ara ara da olsa, uğramak isterim. Latif ve nezih bir ortam. Hatta, sizi bizim foruma davet etmek isterken, mailinizi ararken, yazdım. Bu bir reklam olmasın diye de genele yazmadım.

Çekinceme kişiseldir, bensel. Sunulmayan tabağa elimi uzatmak adetim değildir. Ve nasıl bir ortamla karşılaşacağımı bilmeden, yazmadaki tutukluğumu anlamanızı isterim.

Haklısınız, hatırlanacak şeylerin kederli olduğu kesin. Ama bizi tarif ederken, o acı tatlı hatıralarla var olmuyor muyuz. Sanırım İhsan Oktay Anar'ın, Efrasiyab'ın hikayelerinde idi. Gençliği arayan kişi, yaşadıklarını unutma bedeli istenince, vazgeçiyor. Çünkü kendisi o yaşadıkları ile var.

Entellektüel kişilerin duraksamaları gayet normal. Hele coşkuyu sönümlendirecek olaylar yaşamışlarsa. Ne de olsa duygusal kişiliğe sahip birisi böyle yazılar yazabilir, ne de olsa böyle bir kişi etkilenir...

Umarım, hayatınızın bu döneminde, yeni bir (doku, renk diyemiyeceğim ama)yorum katarsınız.

O teşekkür bendenize ait değer verip cevapladığınız için.

Sevgi ışığınız olsun. Işıksız kalmayasınız.

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü