21.4.07

buradalığımla oradalığımın arası kaç adım?


Gidemeyecegim yerlerde dolaşıyorum. Göremeyeceğim yüzler, duyamayacağım seslerin arasından telaşsız adımlarla geçiyorum: üzüm bağları ile tütün tarlalarının kıyısından, sahildeki ıssız ateşlerin ışığından, çömlekçinin bahçesine istiflediği hydriaları dolduracak suyun geldiği kuyuların yanından; labirentinde yalnızlığına bırakılmış Minotauros’un derin homurtularını dinleyip ürpererek ama yine de korkuyu yolculuğumun başlangıcında bir ev giysisi gibi üzerimden sıyırdığımı tekerleme misali yineleyerek.

Sahi oradalığımla buradalığımın arası kaç adım ?

Girit Kralı Minos’un saklayacak bir canavarı olmasaydı, mimar Daidolos sonsuz ve karmaşık koridor, dehliz ve odalardan oluşan labyrinthos’u tasarlar mıydı ? Oğlunun ölümünün bedelini her yıl Atinalı yedi delikanlı ve yedi genç kızı bu labirentte gizlediği Minotauros’a kurban vererek ödeten Kral Minos’un kızı Ariadne, kurban edileceklerin arasına karışıp canavarı öldürmeye gelen Atina Kralı Aegeus’un oğlu Theseus’a bir yumak ip vermeseydi genç kahraman yolunu yitirmeden Labyrinthos’dan dışarı çıkabilir miydi?

Yaşamın bir labirent olmadığını ve bizim bu öykünün kahramanları için anlatılan yaşam deneyimlerini kendi biricik ömürlerimize sığdırmadığımızı kim söyleyebilir?

Başkalarından ya da kendimizden saklayacak, gözden ve gönülden ırak tutmak istediklerimiz; kimi zaman onları, kimi zaman da kendimizi gizlemek için inşa ettiğimiz büyüklü küçüklü labirentler yok mu? Ve hem de her birimiz birer labirent değil miyiz zaten, bizde yolunu yitirenler, bizim varlığında yolunu yitirdiklerimiz hiç mi olmadı / olmayacak?
Minotauros’un kapatıldığı labyrinthos’daki yalnızlığına düşmediğinizi, ya da gün gelip o yalnızlığı istemediğinizi söyleyebilir misiniz? Hani alışkanlıkların, çevrenin, birlikteliklerin, sorumlulukların, kuralların değişmez ve belirleyici düzeninden kaçıp, onların sizin peşinizden gelemeyeceği, gelse de sizi bulamayacağı bir ıssızlık hayal etmediniz mi hiç ? O ıssızlığı, haritasını yalnızca kendinizin bileceği bir labirentin kuytu, loş ve dışarının seslerini geçirmeyen bir odasında yaratmayı kaç kez düşlediniz kimbilir...

Yitimlerin bedelini başkalarına, onların canını yakacak yitimlere çevirenler hiç mi olmadı yakın ve uzak geçmişimizde? İlk tarafları ölümlülük ilkesine boyun eğmiş anlaşmazlıkların kuşaklar boyu sürecek çoğul ve çoğalan ölümsüz nefretlere dönüştüğünü, insanın kendi eliyle yarattığı canavarlara değil yılda ondört, günde onlarca kurban sunduğunu hangimiz inkâr edebiliriz?
Theseus’un cesareti ile çağdaş Minotauros’larla savaşan, onları yok etmek için çabalayanların girmek zorunda olduğu labirentleri inşa edenler çoktan yenilerinin duvarlarını örmeye başlamadılar mı başka coğrafyalarda? Canavarı yoketmeyi göze alanların labirentte yolunu yitirmemesi için iplik yumakları hazırlamadı mı kimilerimiz?

Mitolojide binlerce yıl öncesine dair söylenenlerin bugünün toplumu, teknolojisi, olanakları, kuralları ile giderek daha kalabalık ve yalnız, daha yorgun ve acımasız bir çeşitlemesinin yaşandığını farketmek için kaç deneyime daha gereksinimimiz var?

Gidemeyeceğim yerlerde dolaşıyorum. Nereye çıktığını bilmediğim ara sokakların, dokunamayacağım sıcalıktaki lav ve küllerin arasından telaşsız adımlarla geçiyorum: zeytin ağaçları ile mor süsenli bahçelerin kıyısından, dağlardaki ıssız ateşlerin kırmızı gölgelerinden, taş işçilerinin tapınak kabartmaları için mermer işledikleri düzlüğün ortasından...
Vardığım yerde bir zamanlar Minotauros’un kapatıldığı labirent işte: Theseus’un bir ucunu girişinde bıraktığı ipliği yeniden sararak ilerliyorum, -içeri girdiğim kapı çıktığım olmayacak bu yüzden-; zira yürüyüşüm bittiğinde bana yol gösteren iplik avucumda büyüyen bir yumaktır artık .
İpliğin belleğine değil, kendi insan duyarlılığıma güveniyorum.

Sahi buradalığımla oradalığımın arası kaç adım ?
hk, 5.5.2002

2 yorum:

dgül dedi ki...

"Insan duyarlılıgınıza" hayranım inanın.Sizin yazılarınızı okurken; cümlelerinizi tekrar tekrar bellegimde yazmaya calısırken, hemen her cümlede kendi yüregimin dile gelmis oldugunu zannediyorum. O kadar güzel ki analizleriniz, yorumlarınız... Bu yazıda bir bakımdan kendi ic dünyalarımızda bolca yasanan gelgitleri cok güzel tanımlamısken, bir yandan da tam da bu günlerde milletce cogalarak yasadıgımız sıkıntıları; o günden görüp tanımlamıssınız sanki... Theseus’lar ve Ariadne'lerin cokluguna o kadar ihtiyacımız var kibu ülkede, umarım milletçe kaybolmayız Labyrinthos'larda...
Elinize ve yüreginize saglık...

dgül dedi ki...

Birsey daha eklemek istedim; bu "buradalık ve oradalık arasında" bana göre degil bir adım; yalnızca bir nefes var. Ama lütfen yine de burada kalalım olmaz mı?....

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü