25.11.12

sessizlik iyi geliyor bana...

                                                                                   hk, Büyükada, Eylül 2012

" Ada'nın içinde saat dokuzdan sonra bütün kahveler kapanmıştır. Sokaklarda yalnız rüzgâr, kediler, rüzgârlardan siper sokaklara sığınmış, daha kalabalık yakın adalardan sürülmüş munis, bahtsız köpekler vardır.",  Sait Faik Abasıyanık, "Yaşayacak", Son Kuşlar, (Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım: Ekim 2012, s.21  )

Pazar öğle vakti, güneşli pencere, halsiz, sessiz ve sakin oda. Çalışma masamın karşı tarafında, her zaman benim oturduğum sandalyenin üstünde uyuyor Aşure. Balkondan pencerenin içine taşıdığım sardunya saksılarının arasından geçip, sağ koluma vuruyor güneş, ısıtacak gibi değil, kırk yıl öncesinin Pazar öğleden sonralarını hatırlatmak için yapıyor bunu sanki; hani neredeyse kasıt var diyeceğim. Ki o zamanlar Büyükada'yı değil, sadece Bostancı'yı bilirdim; İstanbul benim için dede evinin bahçesinden, Kadıköy rıhtımındaki lodos dalgalarından ve anneciğimin çekmecelerin içine yerleştirdiği lavanta keselerinden ibaretti. O evin içine ne az girmiştim oysa, dedemin ölüm haberi geldiğinde onbir yaşımdaydım: Ev toplanmış, eşyaların üstü örtülmüş, düzenini / kıyısını köşesini / hikayelerini en iyi annemin bildiği ve benim için yüz odalı esrarlı bir konaktan farksız bu "kuş yuvası" kapatılmıştı. On sene boyunca bir daha hiç gitmeyecektik oraya. Hikayelerin sadece eğlenceli ve mutlu sonla bitenleri anlatılacak, önceleri benim çocuk aklımla sezinlemeye çalıştığım / gençliğimde ise annem üzülmesin diye sormaya çekindiğim bütün o kederli ve ölümcül hatıralar es geçilecekti.
1984'den sonra kapıları, pencereleri açılan ve nedense benim zihnimde hep iyi paketlenmiş ve pamuklu sicimle bağlanmış dosyalar, çekmeceleri kilitli şifonyerler, kapakları sürgülü dolaplar, içinde ne saklandığı unutulan sandıklara gömülmüş; hikayelerini dinlediğim ama yüzlerini sadece siyah-sarımsı beyaz fotoğraflarda görebildiğim dünyadan çoktan göçmüş insanlara, hafif bir toz ve rutubet / kuvvetli bir naftalin ve kafuru kokusunun eşlik ettiği bir evdi orası. O eve kapatılan ve bir daha düşünülmesi bile yasaklanan uzak bir geçmişe dokunmadan yaşıyorduk yazları orada.
...

Nereden nereye, aslında bunlar değildi söyleyeceklerim; ama Sait Faik'in öyküsündeki o satırı okuyunca, dayanamadım. Odam sessiz, sessizlik iyi geliyor bana, düşüncelerimin fısıltısını daha iyi duyabiliyorum hem. Düşünceler konuşurken başka birisinin söylediklerine veremiyorum aklımı, hemen sussun istiyorum, düşüncelerim değil ama, o konuşan / o durmadan bir şeyler anlatan sussun ve hatta hemen, hiçbir şey söylemeden / benim bakışımdan o an orada, onunla olamadığımı / olmak istemediğimi anlayıp, gidiversin. 
...
Neden yazdım şimdi bunları? 
Çünkü beni olduğum kişi yapan, etrafımdakilerden farklı kılan ve uzaklaştıran, sadece zihnimde olup da kimsenin bilemeyeceği halleri anlamaya ihtiyacım var; kendimi anlamaya / kendimle anlaşmaya ihtiyacım var. Sessizlik çok iyi bu yüzden, ama yalnızlık iyi mi, ondan pek emin değilim.. Zira benimle susmaya, düşüncelerimin fısıltısını benimle birlikte dinlemeye razı ve hatta buna hevesli biri ile yaşamak; kendimle anlaşamayınca o'nun arabulucuğuna güvenmek, ya da zaman zaman o'nun anlattıklarıyla kendi düşüncelerimin sesini bastırmak iyi bir şey olurdu gibime geliyor.

Kimbilir zaten bu yazı da O'na yazılmıştır belki, okuyunca biliverir kendini..

hk, 25.11.2012

Hiç yorum yok:

baharın işaretleri

Kimsesiz fotograflar albümü