Çok eskiden, haritalardaki yeri işaretlenmemiş bir deniz fenerinde yaşarken, arada sırada bana konukluğa gelen eski bir dostumun gönderdiği mektubun içinden bir resim çıktı. Resime iliştirdiği küçük sayfanın üzerinde okumayı özlediğim el yazısıyla şöyle diyordu:
" Aynaya bakan güzel kıza bakar mısın?
Ne görüyor aynada? Senin bazen gördüğün gibi annesinden bazı şeyler görüyor mudur? Ressam bugünlük bu kadar yeter, dediğinde ifadesiz duran yüz gülmüş müdür?
Birisinin haremine hediye olarak mı gelmiştir?
Zengin birinin sevgili kızı mıdır? Fakir birinin özlediği kızı mı yoksa?
Üstündeki kıyafetlerin kumaşları hangi yolları aşıp gelmiştir? Dalgın dalgın oynadığı incileri hangi yaralı eller denizden çıkarmıştır? Halılardaki düğümleri atan eller neler yaşadı bu dünyada? O halılardan arta kalan bir şey var mıdır? New York'daki bir evin duvarında bir çerçeve içinde bir parçası duruyor mudur?
Bu kadar merak etmem başıma bir iş açar mı? "
Francesco Ballesio'nun Orientalist bir tablosuydu resimdeki; Doğu'nun yaşam tarzına (bilhassa Doğu'lu kadınların haremdeki hayatına) meraklı Batı'lı ressamlardan biri olan Ballesio'nun bu tablo üzerinde çalışırken düşündükleri, en az arkadaşımın aklına takılan sorular kadar merak uyandırıcıydı üstelik. Aslında her ikisinin de yaptığı merak etmekten ziyade, hayal kurmaktı: Biri tabloyu yaratırken, biri yaratılan yapıtı izlerken hayal etmekten kendilerini alamamışlardı belli ki. Hayal üzerine hayal kurmak bu olmalı işte. Bir hayali, izleyici sayısı kadar hayalle çoğaltmak. Bir yapıtın tekilliği, sergilendiği / paylaşıldığı / izlenmeye başlandığı anda sona eriyor bu yüzden: İzlenim ve çağrışımlar izleyici sayısı ile çarpılıyor; öyle ki algılama ve yorum farklı bireylerin bellek süzgecinden geçen yapıtı (güzel sanatların hangi alanında olursa olsun) her bir birey için farklı bir "yer"e oturtuyor.
Sanatçı izleyicinin belleğine kaydettiği izlenimi görme olanağına sahip olsa, belki de kendi yapıtını tanımakta güçlük çeker, şaşırır..
Fener kaçkını arkadaşımın resimdeki odalıkla ilgili sorularını yanıtlamaktan ziyade, aynaya bakınca anneciğimi görüp görmediğimi düşündüm sonra.
Keşke görebilseydim, dedim kendi kendime. Belki de O'nun yaşadığı yerlerde yaşamaya başlayınca göreceğim.
Zihnimi meşgul edip de yazmak istediklerimin ne bu tablodaki odalık kızla, ne de İtalyan Orientalist ressamla ilgisi vardı aslında. Hafta başından beri "naftalin kokusu ve kırlangıç çığlıkları"nın etkisi altındayım. Mayıs yaklaştığından mı, belleğim beni tuzağa düşürmek için fırsat kolladığından mı bilmem, pek tuhaf bir haldeyim.
Şimdi ya bir kahve daha içmeli,
ya da papatyalı bir kırda yürümeyi hayal etmeli..
hk, 18.4.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder