İSTANBUL LALESİ
Çok uzun zaman önce gibi geliyor, oysa sadece ilk bahardı.
Lalelerin kıyısından yürüyüp geçtiğim bir öğleden sonra, müzenin Karaköy rıhtımına bakan büyük pencerelerinden denizi seyretmeye doyamamıştım.
Bir müzenin mağazasında kaç kez kararsız dolaştığımı düşünüyorum şimdi, hep güzel "şeyler" vardır orada; hep yalnız gezilmiştir müze, hep "biri" yanınızda olsun, hayretle izlediğiniz / beğendiğiniz / hayran kaldığınız eserleri görsün, onun da onlara dair anıları / izlenimleri olsun istersiniz. Sonra da bu "yalnızlığı" hafifletmek, kendinizi teselli etmek ve bu geziyi öykülerken yanınızda "ona" verecek delilleriniz / "onda" kalacak ve "ah keşke ben de seninle olsaydım" dedirtecek "şeyler" bulmak için çırpınırsınız.
Oysa, müzeyi kendi adımları / kendi gözleri ile gezenin belleğindeki
"özgün yapıt"la karşılaşma coşkusu eksiktir hep; replika aslının heyecanını veremeyecek kadar
yapmacık ve sıradandır zira.
Nasıl lalelerin karşısında durup, renklerini şeffaflaştıran öğle güneşinin sıcaklığını hissetmek olası değilse bu fotoğrafla, müze ziyaretinin ardından özenle seçilen bir hediye de, aslının varlığını ve hala orada olduğunu anımsatmaktan öteye gidemez. Ta ki, müzeyi kendi yorgun ayakları ve meraklı gözleri ile dolaşıp, yıllardır masanın üstünde duran o replikanın aslı ile karşılaşana dek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder